I) KAPİTALİZM VE İŞÇİ SINIFI
1. Toplumun sınıflara bölündüğü zamandan bu yana, bütün tarih sınıf mücadeleleri tarihidir. Günümüzde de, yeni bir dünya, yeni bir toplum ancak ve yalnızca işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinin zafere ulaşmasıyla kurulacaktır. İşçi sınıfı, bu eylemiyle sadece kendisini değil, bütün ezilenleri ve tüm insanlığı da kurtaracaktır. Dünyayı değiştirmenin, özgür ve sınıfsız bir toplum kurmanın, sınıf mücadelesinden başka yolu yoktur. Biz, CIPOML’de bir araya gelen çeşitli ülkelerden işçi sınıfının devrimci parti ve örgütleri, bu temel gerçeğe dayanarak ve bu amacı gerçekleştirmek üzere mücadele ediyoruz.
2. Kapitalizm, dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılır ve bir dünya sistemi olurken; işçileri, milliyet etnik, kültür, cinsiyet ve din farkı gözetmeksizin ve tüm ulusal sınırları aşarak birleşmeye zorlayan koşul ve etkenler de gelişir. Bütün ülkelerin işçilerinin koşulları ve mücadeleleri birbirine daha çok bağlı hale gelir ve proleter enternasyonalizmi de bu nesnel temeller üzerinde yükselir ve gelişir. İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesi de, aynı nihai hedefe yönelik uluslararası bir hareket özelliği kazanarak ilerler. Doğrudan kapitalist toplumun karakteri ve gelişme doğrultusu tarafından belirlenen ve toplumsal gelişme sürecinin zorunlu bir evresi haline gelen bu nihai hedef; sınıfların, tüm biçimleriyle baskı ve sömürü ilişkilerinin yok olacağı komünist toplumun kurulmasıdır. Farklı ülkelerde örgütlü Konferansımız üyesi parti ve örgütlerimiz, dünya işçi sınıfı ve kurtuluş mücadelesinin parçalarıdır ve aynı nihai hedefe sahiptirler.
3. Kapitalist toplum; kâr amacıyla yapılan ve genişleyerek kendini yeniden üreten büyük ölçekli meta üretimi üzerinde yükseldi. 16. yüzyılın başlarından itibaren Batı Avrupa’da gelişmeye başlayan kapitalist üretim biçimi; basit el birliğinden manüfaktüre, Sanayi Devrimiyle basit makinalardan giderek mükemmelleşen karmaşık makinalar sistemine doğru ilerledi. Bu üretim biçimi; üretici güçlerin ve meta üretimi ve dolaşımının, feodal toplumun ve küçük üretimin çözülmesini kaçınılmaz kılan bir gelişme düzeyine ulaşması, emekçinin emek araçlarından ayrılması sürecinde gelişti. Üretim araçlarının ve bu temelde toplam toplumsal üretimin büyüyen bölümü, nüfusun giderek daralan küçük bir azınlığının (sermaye ve büyük toprak sahipleri) elinde yoğunlaşırken; en asgari yaşam araçlarını edinebilmek için iş güçlerini sürekli ya da geçici olarak satmak zorunda kalan ve emekleriyle üst sınıfların gelir ve sermayelerini arttırarak yaratan proleter ve yarı-proleter kitleler büyüdü.
4. Kapitalistlerin ve büyük toprak sahiplerinin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti; işgücünün meta ve emekçilerin ücretli köleler haline gelmesinin ve artı-değer sömürüsünün temelidir. Bu nedenle, küçük bir azınlığın üretim araçları üzerindeki mülkiyetinin tasfiye edilmesi ve onların toplumun ortak malı haline gelmesi; işçilerin kurtuluşunun koşuludur. Kapitalizm, tüm gelişme süreci boyunca, üretimi ve emeği toplumsallaştırarak, bu koşulun maddi temelini hazırlar ve onu yıkacak olan toplumsal gücü geliştirir. Üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyetin kurulmasıyla birlikte, üretim ilişkileri de üretici güçlerin toplumsal niteliğine uygun hale gelir.
5. Sanayi devrimiyle birlikte, manüfaktüre dayanan sanayici orta sınıfın yerini egemen sınıf haline gelen ve ticari sermayeyi sanayi sermayesine tabi kılan modern sanayi burjuvazisi aldı. Kol gücünün yerini buhar, emek aletlerinin yerini de giderek karmaşıklaşan ve mükemmelleşen makinalar sistemi aldı. Teknik ilerleme hızlanırken, üretim, insan gücüne dayanan ve özel yetenekler gerektiren bir etkinlik olmaktan çıkmaya, işçiler de makinaların bir parçası haline gelmeye başladı. Sanayi Devrimi; bir önceki toplumsal düzene özgü ilişkilerin kalıntılarından arınan ve zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan modern sanayi işçilerini yarattı, tarımda da kapitalist ilişkileri geliştirerek köylülüğün çözülmesi sürecini hızlandırdı ve işçi sınıfını geliştirdi. Toplumun burjuvazi ve işçi sınıfı olmak üzere iki temel sınıfa bölünmesi, önceki karşıtlıkların ve bölünmelerin yerini aldı.
6. Burjuvazi, yeni pazarlara ve hammadde kaynaklarına ulaşmak için, meta dolaşımını dünyanın en ücra bölgelerine doğru yaydı. Kapitalist dünya pazarını yaratarak tüm ülkeleri kapitalist gelişme ve sömürü çarkının içine çekti. Ekonomik üstünlüğünün yanı sıra zorun en barbar ve yıkıcı biçimlerine de başvurarak tüm direnişleri kırdı, kapitalizm öncesi geleneksel toplumsal yapıları çözdü. Asya, Afrika ve Amerika kıtalarını adım adım sömürgeleştirerek egemenliği altına aldı. Gelişmiş ülkelerin yanı sıra, sömürgeciliğin koruması altında tüm ülkelere yayılan ticaret ağı ve elde edilen yüksek kârlar, sermaye birikiminin ve burjuva-kapitalist gelişmenin dayanaklarından birisi oldu.
7. Makinalı üretime geçiş ve teknik ilerleme; büyük ölçekli üretimin küçük üretim, kapitalist üretimin kapitalizm öncesi üretim biçimleri üzerindeki üstünlüğünü güçlendirir. Meta üretimi ve kapitalist üretim koşulları bir miktar küçük işletmeyi yeniden üretmekle birlikte, küçük işletmeler gerilerken, büyük ölçekli işletmeler gelişerek yaygınlaşır. Kapitalizm öncesi üretim biçimleri ve kalıntıları tasfiye olurken, kapitalist üretim ilişkileri gelişerek toplumsal hayatın tüm alanlarına daha çok nüfuz eder ve onu bu temelde yeniden şekillendirir. Burjuvazi, zorun her türlü biçimini de kullanarak, alt yapının yanı sıra üst yapıya da egemen olur. Bu egemenlik, politik planda en özlü ifadesini; devlet iktidarının burjuvazinin elinde yoğunlaşmasında ve devletin, işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıf ve tabakalar üzerinde bir baskı ve egemenlik aracı olarak, kapitalist temelde yeniden örgütlenmesinde bulur.
8. Kapitalist gelişme süreci ilerledikçe; sermayenin, başta köylüler, küçük esnaf ve zanaatçılar olmak üzere küçük işletme sahipleri üzerindeki boyunduruğu yoğunlaşır. Büyük işletmeler; orta işletmelerin yanı sıra, yeniden üretimlerinin bir unsuru olma potansiyeline veya özelliklerine sahip küçük işletmeleri de, dikte ettikleri koşullarda, kendi yardımcı birimleri haline gelmeye zorlar. Başta köylüler olmak üzere, küçük işletme sahiplerinin ancak bir kesimi, aşırı çalışma ve tüketimlerini alabildiğine kısma temelinde varlığını sürdürebilir. Bir kesimi ise kölece yaşam ve çalışma koşullarına karşın, bunu da başaramaz ve iflasa sürüklenmekten kurtulamaz. Geleceğe ilişkin güvensizlik ara sınıf ve tabakalar arasında da yaygınlaşır ve derinleşir. Tüm bunlar, işçi sınıfının, mülk sahibi sınıflar arasındaki çelişkilerden yararlanma, diğer emekçi sınıf ve tabakaları kazanma olanaklarını genişletir.
9. Teknik ilerleme; bir yandan emek verimliliğinin artmasına, daha az sayıda işçi ile aynı miktarda meta üretilmesine, kapitalistlerin iş gücüne olan ihtiyaçlarının nispi olarak azalmasına, diğer yandan da, kadın ve çocuk emeğini kullanma olanaklarının genişlemesine, nüfusun yaşam araçlarını edinebilmek için iş güçlerini satmak zorunda kalan kesiminin büyümesine yol açar. Dalgalanmalar olmakla birlikte, iş gücüne olan talep, arzın gerisinde kalır. Toplumun gelecek güvencesinden en yoksun, sefaletin, ahlaki çöküntü ve cehaletin girdabına en çok itilen ve aynı zamanda kapitalistler için yedek iş gücü kaynağı olan işsizler ordusu büyür. Emeğin sermayeye bağımlılığı artar ve kapitalist sınıfın sömürü oranını yükseltme olanakları genişler.
10. Üretim araçlarının küçük bir azınlığın mülkiyetinde olması ve üretimin, şiddetlenen rekabet koşullarında ve kâr amacıyla yapılması; üretim sürecinin, ekonominin farklı kolları arasındaki dengeyi bozacak tarzda, plansızlık ve anarşi içinde gelişmesine, üretimin ve pazarların uyumlu bir biçimde büyümemesine yol açar. Kapitalist gelişme süreci, temeli aşırı üretim olan krizler ve durgunluk dönemleriyle kesintiye uğrayan ve dengesiz ilerleyen bir özellik kazanır. Koşullara bağlı olarak farklı biçimlerde uç veren ve süresi değişen periyotlarla gündeme gelen krizler; kapitalist gelişme sürecinin kaçınılmaz evreleri, toplumsallaşmış üretim ile kapitalist mal edinme arasındaki temel çelişmenin doruğu, patlamayla dışa vurumudur. Kriz ve durgunluk dönemleri; küçük ve orta işletmeleri yıkıma doğru sürükler, büyük işletmelerin bir kesiminin de iflasına ve diğerleri tarafından yutulmasına, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması sürecinin hızlanmasına, işsizliğin artmasına, işçi sınıfı ve diğer emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının nispi bazen de mutlak olarak kötüleşmesine yol açar.
11. En yüksek kârı gerçekleştirmek için burjuvazinin tekniği geliştirmesi; devrevi krizlerle kesintiye uğrasa da üretici güçlerin gelişmesi, emek verimliliği ve üretimin artışında devasa bir ilerlemenin yolunu açtı. Ancak, bu ilerlemenin tüm nimetlerinden bir avuç sermaye ve büyük toprak sahipleri yararlanır. Emeğin, verimliliği yükseldikçe, sömürüsü de artar. Toplumun maddi ve manevi tüm ihtiyaçlarını karşılama olanakları genişlemesine karşın, kapitalizm; işsizliği, yoksulluğu, cehaleti, ahlaki çürüme ve yozlaşmayı sürekli yeniden üretir. Nüfusun ezici çoğunluğu arasında yarınından emin olamamayı yaygınlaştırır ve derinleştirir. Savaşlar, kriz ve durgunluk dönemleri, işçilerin yaşam ve çalışma koşullarını daha da ağırlaştırır. İşçi sınıfı ile burjuvazi, mülk sahipleriyle mülksüzler arasındaki uçurum derinleşir. İşçiler ve diğer emekçi sınıf ve tabakalar arasında hoşnutsuzluk ve öfke yükselir. Sömürücü sınıflara, baskı ve sömürüye karşı birleşme ve mücadele eğilimleri gelişir.
12. Üretimi ve emeği toplumsallaştırarak sosyalizmin maddi önkoşullarını olgunlaştıran kapitalizm, onu yıkacak toplumsal güç olan işçi sınıfını da geliştirir. İşçiler büyük işletmelerde yoğunlaşırken, onların, burjuvaziye karşı birleşme ve bağımsız bir toplumsal güç olarak örgütlenme olanakları ve mücadele kapasite ve yetenekleri gelişir. İşçilerin, birbirleriyle rekabeti ve makina düşmanlığı deneylerinden geçerek, iş yeri düzeyinde ve birbirinden kopuk işçi gruplarının eylemleri olarak başlayan mücadeleleri, birleşik ve bağımsız bir harekete doğru ilerler. İşçi hareketi 1831-34 Lyon ayaklanmaları, İngiltere’de Çartist hareket ve 1848 kara Avrupası devrimlerindeki mücadelelerden, işçi sınıfının kısa bir süre içinde olsa ilk kez burjuvazinin egemenliğini yıktığı ve kendi egemenliğini kurduğu 1871 Paris Komünü deneyiminden, 1 Mayıs’ın, dünya emekçi kadınlar gününün yaratıcısı Amerikan işçi sınıfının mücadelelerinden edindiği tecrübelerle ilerleyişini sürdürdü.
II) TEKELLER VE EMPERYALİZM
1. Makinaların mükemmelleşerek yaygınlaşması ve teknik ilerleme, 19. yüzyılın ikinci yarısında özellikle son üçte birinde, üretimin; makina, hammadde ve enerji üreten kesiminin hızla büyümesine ve hafif sanayii geri plana iterek öne çıkmasına, elektriğin keşfi ve patlamalı motorların yapımı gibi yeni buluşlara, petrol gibi yeni enerji kaynaklarının kullanılmasına, termik ve hidrolik santrallerin gelişmesine yol açtı. Haberleşme, deniz ve başta demiryolları olmak üzere kara taşımacılığı gelişirken, tarımda da makinalaşma hızlandı. İşletme ölçekleri büyür ve büyük işletmeler yaygınlaşırken, işletmeler ve sektörler arasında, tam bir iç içe geçiş ve kaynaşmaya doğru ilerleyen ve ulusal sınırları da aşan ilişkiler gelişti. Keskinleşen rekabet koşullarında, en ileri teknolojileri kullanmak zorunda kalan ve daha küçükleri yutarak gelişen büyük işletmeler, ekonomiyi ağ gibi sarmaya başladı. Öncelikle birbiriyle en bağlantılı işletmeleri ve sektörleri bünyesinde birleştiren ve dev sermayeleri kontrol eden anonim şirketler gelişerek yaygınlaştı. Bu, aynı zamanda, banka sermayesinin az sayıda bankada yoğunlaşıp merkezileşmesiyle dev bankaların ortaya çıktığı ve ekonomide etkin bir rol oynamaya başladığı bir süreç oldu. Üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesindeki bu ilerleme, 19. yüzyılın son üçte birinde sanayi sermayesi ile banka sermayesinin iç içe geçip kaynaşarak mali sermayenin oluşmasına ve tekellerin ortaya çıkmasına yol açtı. 20. yüzyılın başlarında kapitalizm, yeni bir aşamaya; tekellerin ve bu temelde mali oligarşinin egemen hale geldiği emperyalizm aşamasına ulaştı.
2. Tekelci kapitalizm, temel özellikleri ve eğilimlerinin gelişerek bazılarının karşıtlarına dönüştüğü, yeni bir toplumsal düzene geçişin koşullarının olgunlaştığı, bütün çelişmelerinin, yeni bölünmeler ve karşıtlıkların da ortaya çıkmasına yol açarak şiddetlendiği, yüksek bir gelişme düzeyine ulaşmış kapitalizmdir. Sermayenin ve üretimin yoğunlaşması ve merkezileşmesi sürecinin ürünü olan tekeller, bu süreci, dünya ölçeğinde geliştirir. Bir yandan emeğin toplumsallaşması, diğer yandan toplumsal zenginliklerin küçük bir azınlığın elinde yoğunlaşmasıyla, toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesi süreci ilerler. İşçi ve emekçi yığınlar üzerinde sömürü yoğunlaşır ve geleceğe güvensizlik büyürken, tekellerin küçük üreticiler ve tekel-dışı burjuva katmanlar üzerindeki boğucu baskısı artar. Üretimin toplumsal karakteri ile mülk edinmenin özel kapitalist niteliği arasındaki çelişme ve bunun sınıfsal plandaki yansıması olan işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki karşıtlık dünya ölçeğinde derinleşir. Emperyalizm, kapitalizmin genel bir bunalım sürecine girdiği son ve ölüm aşamasıdır.
3. Serbest rekabetin bir sonucu ve karşıtı olan kapitalist tekel; rekabeti bütünüyle ortadan kaldırmaz. Tekel, rekabetin yanı sıra ve onun üstünde varlığını sürdürür. Bu olgu; kapitalist gelişme sürecinin temel özelliklerinden biri olan dengesiz gelişmeyi derinleştirir, rekabeti burjuvazinin saflarındaki bölünme ve çelişkileri, yeni unsurlar kazandırarak şiddetlendirir. Tekeller, üretici güçlerin serbestçe gelişmesini sınırlar ve yeni teknolojilerin kullanılmasını bütünüyle azami kârın elde edilmesine ve tekeller arasındaki rekabetin seyrine bağlar. Tekellerin, üretici güçlerin gelişmesini sınırlayıcı etkisi; egemen ülkelerde belirgin bir durgunluk eğilimine yol açarken, geçici bir süre için de olsa bazı ülkelerde, dönem dönem de kapitalist dünyanın bütününde, kapitalizmin ve tekniğin eskisinden de hızlı gelişmesi olanağını ortadan kaldırmaz.
4. Emperyalizm aşamasında, sermaye ihracı meta ihracını da geliştirerek öne çıkar ve ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin temel unsuru olur. Sermayenin ve üretimin uluslararasılaşması, bütün ülkelerin ekonomilerinin bir zincirin halkaları gibi kapitalist dünya ekonomisinde birleştirir ve bu süreci ilerletir. Ekonominin, kapitalist-emperyalist sistemin tüm bölünme ve sınırlamalarını aşarak, halkların karşılıklı yararı ve eşitliği temelinde uluslararası örgütlenmesi; üretici güçlerin gelişmesi bakımından da artan bir zorunluluk haline gelir. Ancak, mali sermayenin egemenliği koşullarında bu olanaksızdır ve kapitalist-emperyalist sistem; bunu engelleyen karşıtlıkları da yeniden üretir ve geliştirir. Ekonominin kapitalist emperyalist sistemin yol açtığı sınırlamalardan kurtularak özgürce gelişmesini sağlayacak ve tüm dünyayı kapsayacak tarzda uluslararası örgütlenmesi, ancak proleter dünya devriminin zaferiyle olanaklı hale gelir.
5. Tekellerin ve mali sermayenin oluştuğu ve egemen hale geldiği süreç, aynı zamanda, dünyanın, kapitalizmin en geri ve ücra bölgelerine kadar yayıldığı ve paylaşımının da tamamlandığı bir süreç oldu. Burjuvazinin, el değmemiş “özgür” alanlara doğru genişleme ve kapitalist gelişme ile birlikte artan gerilim ve yüklerini, yeni alanlara yayma dönemi sona erdi. İşçi sınıfı ve ezilen halklar üzerindeki baskı ve sömürünün yoğunlaştığı, kapitalizmin çelişkilerinin sıçramalı gelişmelere ve sert çatışmalara yolaçarak keskinleştiği yeni bir dönem başladı. Belli başlı kapitalist grup ve devletler arasındaki rekabet ve dünyayı yeniden paylaşım mücadeleleri şiddetlenirken, kapitalizm; büyük emperyalist ülkelerin, dünya nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan halkları ve ulusları köleleştirdikleri, özgür ve bağımsız gelişmelerini engelledikleri, ülkelerin ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülenler olmak üzere ikiye bölündüğü bir dünya sistemi haline geldi.
6. Eşit olmayan, sıçramalı gelişme; emperyalist ülkeler ve uluslararası mali sermaye grupları arasındaki güçler ilişkisini değiştirir. Yeniden paylaşım mücadeleleri ve bu mücadelelerin devamı olan emperyalist savaşlar kaçınılmaz hale gelir. Emperyalistler arası çelişmeler; kapitalist sistemi zayıflatan, genel bunalımını derinleştiren, milyonlarca insanın ölümüne ve sakat kalmalarına, doğanın, üretici güçlerin ve yaşam araçlarının tahribine, aynı şekilde yoksulluğun, ahlaki çöküntü ve yozlaşmanın derinleşmesine ve yaygınlaşmasına yolaçan, onu kaçınılmaz sonuna yaklaştıran başlıca bölünme ve karşıtlıklardan biri olur.
7. Sermaye ihracındaki artış, geri ve bağımlı ülkelerde kapitalist gelişmeyi hızlandırır. Emperyalist sömürü ve boyunduruk yoğunlaşırken, emperyalizme ve yerli dayanaklarına karşı mücadelenin yeni güçleri ortaya çıkar. İşçi sınıfının yok denecek kadar zayıf ya da az geliştiği ve köylü toplumu özelliği taşıyan geri ülkelerde de sınıf farklılaşması derinleşir, işçi sınıfı ve hareketi gelişir, yarı-proleter kitleler büyür. Sosyalizmin maddi önkoşulları bu ülkelerde de gelişir. Bu ülkeler, emperyalizmin bir cephe gerisi olmaktan çıkar, emperyalizm ve yerli dayanakları başta olmak üzere her türden gericiliğe ve kapitalizme karşı mücadelelerin alanları olur. Emperyalizmle ezilen halklar ve uluslar arasındaki çelişki; şiddetlenen emek-sermaye temel karşıtlığının ve emperyalistler arası çelişmelerin yanı sıra, kapitalist-emperyalist sistemin başlıca çelişkilerinden biri olma özelliği kazanır.
8. Tekellerin ana hissedarları ve yöneticileriyle, devletin yönetici kurumları arasında tam bir iç içe geçiş ve kaynaşma gerçekleşir, devlet iktidarı mali oligarşinin elinde yoğunlaşır. Devletin, tekellerin çıkarları doğrultusunda en etkin bir biçimde kullanılması artan bir önem kazanırken, bunun ön koşulları oluşur ve tekelci devlet kapitalizmi gelişir. Kapitalist devlet, başta militarist-bürokratik aygıt olmak üzere, yeni örgütler de kurularak güçlendirilir. Toplam toplumsal üretimin giderek büyüyen bir bölümü; silahlanma ve savaş harcamalarına, toplumun sırtında asalak bir ur olan kapitalist devletin, en başta da militarist-bürokratik aygıtının geliştirilmesine ayrılır.
9. Emperyalizm, mali sermayenin az sayıdaki emperyalist ülkede aşırı yoğunlaşmasına ve üretimden tamamen kopmuş olan, ancak kârların büyüyen bölümünü ele geçiren rantiye tabakaların genişlemesine yolaçar. Bu olguya, üretimin artan ölçüde, emek-yoğun sektörler başta olmak üzere, sermayenin kıt, işgücünün, toprağın ve hammaddelerin ucuz, kâr oranlarının yüksek olduğu ülkelere doğru kaydırılması eşlik eder. Mali sermayenin en güçlü ve gelişmiş olduğu emperyalist ülkeler; dünya nüfusunun ezici çoğunluğunu sömüren, üretimden giderek daha çok kopan rantiye tabakaların ve onlara hizmet eden sektörlerin ve toplumsal kesimlerin genişlediği ülkeler haline gelir.
10. Emperyalizm; temsili kurumların görünürdeki sınırlı rollerinin ve yetkilerinin, demokratik hak ve özgürlüklerin sistematik bir biçimde kısıtlanması, gerektiğinde büsbütün rafa kaldırılması, gericiliğin, başka ulusları ve halkları köleleştirmenin, ulusal bağımsızlık ve egemenlik haklarını ayaklar altına almanın, ilhak eğilimlerinin alabildiğine gelişmesidir. Faşizm; mali sermayenin, bütün bu eğilimlerinin en yoğunlaşmış dışa vurumu; en gerici, en şoven, en saldırgan, en barbar akımı ve devlet biçimi olarak tarih sahnesine çıkar.
11. Mali sermaye, başta Ortaçağ gericiliği olmak üzere, kendi egemenlik koşullarına uydurarak her türden gericilikle ittifaka girer ve onları ayakta tutan temel dayanak haline gelir. Bilim ve özellikle teknikteki ilerleme ve yüksek gelişme düzeyine karşın; bilimsel bir dünya görüşü geliştiremeyen burjuvazi; tarihin çöplüğüne atılmış en geri dogmalara, dinsel, felsefi-ideolojik akımlara dört elle sarılır ve bunları yeni gerekçelerle yaygınlaştırmaya çalışır. Felsefede, kültür ve sanatın tüm dallarında yüzeysellik ve fikri sefalet alabildiğine gelişir, sürekli direnerek gelişen işçilerin ve halkların sanat ve kültürünü karartmaya çalışır.
12. Tekellerin üretici güçlerin özgürce gelişmesini engellemelerinin yanı sıra, emperyalist savaşların ve dönem dönem kısalan aralıklarla gündeme gelen, süreleri uzayan ve sonuçları ağırlaşan krizlerin; toplumsal hayatın tüm alanlarında yol açtığı yıkım büyür. Azami kâr peşinde koşan tekellerin gelişen teknolojiyi fütursuzca kullanması, bu yıkımı, doğanın tahribine doğru genişletir. Burjuvazi, üretici güçlerin gelişmesinin ve toplumsal ilerlemenin önünde engel haline gelir. Üretim araçları üzerindeki küçük bir azınlığın mülkiyetinin tasfiye edilmesi ve toplumun ortak malı haline getirilmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin yerini sosyalist üretim ilişkilerinin alması tarihsel bir zorunluluk ve üretici güçlerin özgürce gelişmesinin koşulu olur.
III) EMPERYALİZM, EZİLEN ULUSLAR VE PROLETARYA DEVRİMİ
1. Tekeller azami kâr peşinde koşar. Bunu gerçekleştirmenin koşulu ise; işçi sınıfı ve halklar üzerindeki sömürünün yoğunlaştırılması, diğer ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının sistematik bir biçimde yağmalanmasıdır. Sermayenin organik bileşiminin yükselmesine bağlı olarak kâr oranlarının düşme eğilimini engelleme ve azami kâr dürtüsü tekellerin işçi sınıfı ve halklar üzerindeki sömürüyü yoğunlaştırma eğilimini kamçılar. Sermayenin ve üretimin yoğunlaşma ve merkezileşmesinin eriştiği düzey, üretim araçlarının ve bu temelde politik iktidarın mali oligarşinin elinde yoğunlaşması, devlet iktidarının mali sermayenin çıkarları doğrultusunda her alanda etkin kullanımı ve tekelci devlet kapitalizminin gelişmesi; tekellerin, sömürü ve baskıyı yoğunlaştırma olanaklarının genişlemesine yol açar. Tüm bunlar ve mali sermayenin yoğunlaşan baskı ve sömürüsü, aynı zamanda; emek sermaye karşıtlığını şiddetlendiren, işçi sınıfı ve halklar arasında, mali sermayeye ve diktatörlüğüne karşı hoşnutsuzluk, öfke ve mücadele eğilimlerini geliştiren, onları işyerlerinin yanı sıra işkolu, ülke ve dünya ölçeğinde birleşme ve mücadele etmeye zorlayan yeni etkenler olur. Devletin tekelci kapitalist niteliği açıkça ortaya çıkarken, ezilen ve sömürülen sınıfların az çok kitlesel tüm mücadeleleri, sermaye ve hükümetlerine karşı politik bir mücadele özelliği kazanır.
2. Yüksek tekel kârları, mali sermayeye; işçi hareketinin ve sendikalar, kooperatifler ve kitleselleşmiş siyasi partileri gibi örgütlerinin belli başlı yöneticilerini satın alma ve yaşam tarzları, toplumsal ilişkileri, ruh halleri vb. her bakımdan işçi sınıfının ayrıcalıklı burjuva tabakasını oluşturan işçi aristokrasisi ve bürokrasisini geliştirme olanağı sağlar. Bu tabaka, burjuvazinin, mali oligarşinin işçi hareketi içindeki sosyal dayanağı ve her türden oportünizmin ve sınıf işbirliğinin başlıca kaynaklarından biri olur. İşçi sınıfının gelişen hareketini bastırmak, en geri düzeye itmek için, tekelci burjuvazi; sürekli güçlendirdiği burjuva devletin yanı sıra, işçi aristokrasisi ve bürokrasisini, yalpalayan ara güçleri de artan bir etkinlikle kullanır. İşçi hareketinin gelişme seyrine bağlı olarak tekelci burjuvazinin sürekli yenilediği ve geliştirdiği bu tabakalara karşı kesintisiz mücadele ve bunların tecrit edilmeleri, işçi sınıfının zafere ulaşmasının koşulu haline gelir.
3. Sermaye ihracının büyük boyutlara vararak artması, geri ülkelerde de ucuz emek sömürüsü üzerinde yükselen modern büyük işletmelerin ve bu işletmelerde yoğunlaşan bir işçi sınıfının gelişmesine yolaçar. Modern bir sınıf olarak gelişmelerinin henüz başlarında olmalarına karşın, bu ülkeler işçilerinin mücadeleleri; ağır baskı ve sömürü koşullarının yol açtığı etkenlerin yanı sıra gelişmiş kapitalist ülkeler işçi sınıfının deneylerinden yararlanarak ve yardımlarını alarak bağımsız bir harekete doğru ilerler. Geri ülkelerde de işçi sınıfı ve bağımsız hareketinin gelişmesiyle birlikte; işçi sınıfının uluslararası hareketi ve kurtuluş mücadelesi, ileri kapitalist ülkelerle sınırlı bir hareket olmaktan çıkar, dünya ölçeğinde bir hareket olma özelliği kazanır. Burjuvazinin saflarındaki çelişkileri derinleştiren emperyalizm, ileri ve geri tüm ülkelerin işçilerini tek bir ordunun unsurları olarak birleştiren ve kurtuluş mücadelelerine uluslararası bir özellik kazandıran temeli geliştirir.
4. Ezilen ulusların ve halkların devrimci mücadelesi, işçi sınıfının devrimci hareketiyle emperyalizme karşı tek bir cephede birleşir ve dünya işçi devriminin bir bileşeni olur. Kapitalist gelişme, bu mücadelelerin, işçi sınıfı önderliğinde gelişmesi ve sosyalizme kesintisiz geçişi hedefleyen halk devrimleri özelliği kazanmasının maddi zeminini ve koşullarını olgunlaştırır. Dünya işçi devrimi deileri kapitalist ülkelerle sınırlı bir sorun olmaktan çıkar ve eşit olmayan sıçramalı gelişmenin derinleşmesine de bağlı olarak, kapitalist-emperyalist sistemin en zayıf halkadan (ya da halkalardan) yarılmasıyla başlayan ve ilerleyen bir süreç olma özelliği kazanır. İşçi sınıfı en zayıf halkada (ya da halkalarda) politik iktidarı ele geçirerek egemen sınıf olarak örgütlenir ve tarihsel gelişim açısından köklü bir dönemeç olan sınıfsız toplumun inşası süreci, işçi sınıfının toplumsal devrimi süreci başlar.
5. İşçi sınıfı; nüfusun küçük bir azınlığının tekelindeki üretim araçlarını, toplumun ortak malı haline getirerek, sınıfların ve tüm biçimleriyle baskı ve sömürünün ortadan kalkacağı komünist toplumun temellerini atar. Kâr amacıyla ve pazar için yapılan, anarşik ve dengesiz bir gelişme gösteren kapitalist üretimin yerini; sürekli gelişen bir teknik temel üzerinde, toplumun ve her üyesinin maddi ve manevi tüm yönleriyle gereksinimlerini karşılamak için belirlenmiş bir plana göre yapılan toplumsal üretim alır. Sınıfları, baskı ve sömürü ilişkilerini tüm biçimleriyle ortadan kaldıracağı için, işçi sınıfının toplumsal devrimi, diğer ezilen ve sömürülen sınıfların da kurtuluşunu sağlar. İşçi sınıfı, bu tarihi devrimci rolünü ancak bilimsel sosyalizmin teorisiyle donanmış partisinin yönetiminde yerine getirebilir.
6. Bu devrimin ön koşulu; işçi sınıfının iktidarı ele geçirerek egemen sınıf olarak örgütlenmesi ve kapitalizmin eski ve yeni tüm unsurlarına ve belirtilerine karşı kesintisiz bir mücadele sürdürmesi ve kapitalizmi yeniden kurma girişimlerini ezmesidir. Koşullardan bağımsız olarak, işçi sınıfın iktidarı ele geçirmesi ve egemen sınıf olarak örgütlenmesi devlet aygıtının devrimci şiddet yoluyla parçalanmasını gerektirir. Kapitalist toplumla komünist toplum arasında, ikisinin de unsurlarının bir arada ve mücadele halinde bulunduğu ve işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlendiği (proletarya diktatörlüğü) ve komünizmin 1. aşaması olarak da nitelenebilecek bir geçiş dönemi yer alır. Proletarya diktatörlüğü, kendisinden önceki sınıf egemenliklerinden farklı olarak, nüfusun ezici çoğunluğu için demokrasi, nüfusun küçük bir azınlığını oluşturan sömürücü sınıflar üzerindeyse diktatörlüktür. Kapitalist (ve öncesi) üretim ilişkilerinin kısıtlamalarından kurtulan üretici güçlerin özgürce gelişmesi; “herkesten yeteneğine ve herkese emeğine göre” ilkesinin egemen olduğu komünist toplumun 1. aşamasından, “herkesten yeteneğine ve herkese ihtiyacına göre” ilkesinin egemen olacağı son ve üst aşamasına geçişin koşullarını hazırlar.
7. Dünya işçi devriminin, emperyalizmin en zayıf halkalarında zafere ulaşarak ilerlemesi; sosyalist inşanın kapitalist emperyalist kuşatma koşullarında başlamasına ve gelişmesine, burjuvazinin ve kapitalizmin içteki dayanaklarının ve eski düzeni yeniden kurma girişimlerinin uluslararası alanda da güçlü desteklere sahip olmasına yol açar. İşçi sınıfı tam ve kesin bir zaferi, ancak; dünya ölçeğinde kapitalist sistemin yıkılması, kapitalist-emperyalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatmanın alması durumunda kazanabilir. Bu nedenle işçi sınıfının toplumsal devrimi, komünist toplumun kurulması süreci; ulusal ve uluslararası alanda inişleri ve çıkışları, atılımları ve geri çekilmeleri, zaferleri ve yenilgileri içeren karmaşık bir süreç olarak gelişir.
8. Ülkeler; kapitalist gelişmenin düzeyi ve özellikleri, kapitalist dünya sistemi içindeki yerleri, sınıflar arası ilişkiler ve güç dengeleri, tüm yönleriyle sınıf mücadelesinin sürdüğü toplumsal koşullar vb. birçok bakımdan eşit ve aynı durumda değildirler. Tüm bunlar; aynı nihai hedef etrafında birleşen değişik uluslardan işçilerin ve sınıf partilerinin önündeki kısa vadeli hedeflerin aynı olmamasına, burjuva diktatörlüğünün ve kapitalizmin yıkılması ve işçi sınıfının iktidarı alması, egemen sınıf olarak örgütlenmesi ve sosyalizmin kuruluşu sürecinde, toplumsal devrimin gelişme seyrinde farklılıklara yol açar.
IV) İŞÇİ SINIFI İKTİDARI, SOSYALİZM VE EMPERYALİST KUŞATMA
1. Kapitalizm geliştikçe derinleşen çelişmeleri ve işçi hareketinin ilerlemesi, aydınlar arasında da bölünmeye, bir kesimi arasında kapitalizmin bilimsel tahlili temelinde eleştirisine yönelme ve işçi hareketiyle birleşme eğiliminin gelişmesine yol açtı. İşçi sınıfının dünya görüşü ve kurtuluş mücadelesinin eylem kılavuzu olan Marksist teori ve bu teori üzerinde yükselen bilimsel sosyalist akım, bu eğilimin gelişerek olgunlaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıktı. İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesibilimsel bir programa, stratejik ve taktik kavrayışa kavuştu.
2. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren işçi sınıfının gelişmesi ve büyük ölçekli işletmelerde yoğunlaşması hız kazanırken, Marksizm de işçiler ve aydınlar arasında yayılıyordu, bilimsel sosyalizmle işçi hareketinin birleşmesi ve bu temelde işçi sınıfının başta Almanya olmak üzere kapitalist ülkelerde bağımsız bir parti olarak örgütlenmesi süreci ilerliyordu. İşçilerin mücadeleleri, sendikalar gibi kitle örgütleri gelişirken, bilimsel sosyalizmin teorisiyle donanmış devrimci partileri işçi sınıfının giderek büyüyen kesimlerinin desteğini alan kitlesel partiler haline geldi. İşçi hareketi belli başlı kapitalist ülkelerde, bilinç ve örgütlenme düzeyi, mücadele kapasite ve yeteneği bakımından da burjuvazinin egemenliğini tehdit eden bağımsız bir hareket olma özelliği kazandı. Bu süreçte işçi sınıfının uluslararası hareketi ve örgütlenmesi de gelişti. 1. Enternasyonal’in ardından 2. Enternasyonal; işçi sınıfının güçlenen partilerine dayanan ve dünya burjuvazisine karşı işçi sınıfının devrimci hareketini birleştiren bir merkez olarak kuruldu.
3. Sosyalizmin maddi ön koşulları olgunlaşır ve işçi hareketi burjuvazinin egemenliğini tehdit eden bir düzeye doğru ilerlerken, burjuvazi tüm olanaklarını kullanarak, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskısını yoğunlaştırdı, işçi hareketi içindeki dayanaklarını güçlendirmeye yöneldi. Kapitalizmin tüm çelişmelerini keskinleştirecek ve dünyayı bir paylaşım savaşına götürecek etkenlerin birikmeye başladığı koşullarda, 2. Enternasyonal partileri içinde, burjuvazinin baskısına karşı koyamayıp, uzun barışçıl dönem boyunca burjuva parlamentolarından yararlanma dahil yasal olanakları yasalcılık ve parlamentarizmine dayanak edinerek sınıf işbirliğine yönelen oportünist eğilimler de gelişti.
4. Emperyalistlerin dünyayı yeniden paylaşmak için başlattıkları 1. Dünya Savaşı, üretici güçlerin tahribine, milyonlarca insanın ölümü ve sakat kalmasına, korkunç bir sefalete, birçok ülkede devrimci durumlara yol açarak sonuçlandı ve emperyalist kapitalist sistem, 1917 Ekim Devrimi ile Rusya’da yarıldı. Çeşitli milliyetlerden Rusya işçi sınıfı iktidarı ele geçirerek egemen sınıf olarak örgütlendi, kapitalizmin tasfiyesi ve sosyalizmin inşası süreci başladı. Kapitalist-emperyalist sistem pazar, yatırım, hammadde alanları bakımından daralır ve zayıflarken, dünya işçi sınıfı ve ezilen halkların kurtuluş mücadeleleri SSCB gibi güçlü bir uluslararası dayanağa kavuştu. SSCB’de sosyalist inşanın başlaması ve ilerlemesi; kapitalizmi can çekişen, ölüm aşamasındaki kapitalizme dönüştüren emperyalizminbaşlıca çelişkilerinin yanı sıra yeni bir çelişkinin, kapitalist ve sosyalist sistemler arasındaki çelişkinin ortaya çıkması ve gelişmesine yol açtı.
5. Yeni bir devrimler çağını, proleter devrimler çağını pratikte de başlatan Ekim Devrimi, emperyalist savaşın tam bir felakete ve yıkıma sürüklediği işçiler ve ezilen halklar arasında örgütlenme ve mücadele eğilimlerini geliştiren, onları sarsan yeni bir etken oldu. Kendi burjuvazisiyle işbirliğine yönelen ve sosyal-şoven, sosyal-emperyalist bir çizgi izleyen 2. Enternasyonal utanç verici bir yıkım ve çözülüşe sürüklenirken, bütün ülkelerde işçi sınıfının bağımsız parti olarak örgütlenme girişimleri yoğunlaştı. Bu temelde 3. Enternasyonal ileri ve geri tüm ülkelerin devrimci işçi parti ve örgütlerini birleştiren işçi sınıfının uluslararası örgütü olarak kuruldu.
6. Ekim sosyalist devrimi kapitalizm ve emperyalizmin ileriye doğru yükselmesini durdurdu, yeni bir dünyanın oluşmasına yol açtı: işçilerin toplumu ve sosyalizm; insanlık tarihinde yeni bir çağ açtı: emperyalizm ve proleter devrimler çağı. Bu dönem sürekli keskinleşen ve birbirini etkileyen temel çelişkiler barındırır ve bunların şiddetlenmesi emperyalist zincirin en zayıf olduğu halkaların kırılması yeni devrimci süreçlerin başlamasına yol açar. Bu çağın temel çelişkileri bir yandan emek, işçi sınıfı ve sosyalizm, diğer yandan ise sermaye, burjuvazi ve kapitalizm arasındaki mücadeleden, ezilen halk ve ulusların emperyalist ülkelere karşı mücadelelerinden ve tekellerin ve emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki mücadelelerden oluşur.
7. Ekim Devrimi’ni, Almanya, Avusturya, Macaristan başta olmak üzere birçok ülkede işçilerin ve emekçilerin, Çin, Türkiye, İran ve Afganistan örneklerinde de görüldüğü gibi ezilen halkların ve ulusların devrimci ayaklanmaları ve kurtuluş mücadeleleri izledi. Sosyal demokrasinin, işçi aristokrasisi ve bürokrasisinin desteğini alan burjuvazi ve gericilik, Rusya dışında işçi sınıfının devrimci ayaklanmalarını bastırdı. Kapitalist emperyalist sistem kısa süreli bir nispi istikrar döneminden sonra, 1929 Bunalımı’yla birlikte, başlıca çelişmelerinin keskinleşeceği, yeni çatışmalar ve sert mücadeleler dönemine girdi.
8. Emperyalist savaşın, ardından da iç savaşın tam bir yıkıma uğrattığı, kapitalist-emperyalist kuşatma altındaki Sovyetler Birliği; emperyalizmin ve gericiliğin, içte burjuva-kapitalist unsurların ve tüm geçiş dönemi boyunca varlığını sürdüren kalıntılarının direnişine ve yıkıcı saldırılarına karşın; her alanda, tarihin o güne kadar tanık olmadığı bir hızla ilerledi. Başta İtalya, Japonya ve Almanya olmak üzere kapitalist ülkelerde faşizm güçlenir, birçok ülkede faşist diktatörlükler kurulur ve 1930’lu yıllarda kapitalist dünya krizden krize ve yeni bir paylaşım savaşına doğru sürüklenirken; SSCB, temel üretim araçlarının toplumsallaştırıldığı, sosyalizmin ekonomik temellerinin atıldığı, işçilerin, köylülerin ve aydınların yaşam ve çalışma koşullarının iyileştiği, gelişmiş bir sanayi-tarım ülkesi haline geldi. Derinleşen kriz ve sermaye ve faşizmin yoğunlaşan saldırısı koşullarında işçiler ve ezilen halklar arasında öfke ve mücadele eğilimi gelişirken Fransa ve İspanya gibi birçok ülkede antifaşist halk mücadeleleri, Çin gibi sömürge, yarı-sömürge ve bağımlı ülkelerde de ulusal kurtuluş hareketleri gelişti.
9. 2. Dünya Savaşı; İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde faşist diktatörlükler yakılmasa da, faşist kampın yenilgisi ve kapitalist-emperyalist sistemin yeni cephelerden yarılması, halk demokrasili rejimlerin kurulmasıyla sonuçlandı. Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinde işçi sınıfı önderliğinde gelişen ve kesintisiz bir biçimde sosyalizmin inşasına yönelen halk devrimlerini, başta Çin ve Vietnam’daki devrimler olmak üzere Asya, Afrika ve Latin Amerika kıtalarındaki halk ayaklanmaları, ulusal kurtuluş savaşları ve devrimler izledi. İşçi sınıfının ve halkların yükselen devrimci mücadele ve ayaklanmalarıyla sarsılan, yeni cephelerden yarılan emperyalist kapitalist sistem; genel bunalımının ikinci aşamasına girdi. Başta Fransa, İtalya, Yunanistan, Endonezya olmak üzere birçok ülkede işçi sınıfının devrimci partileri, emekçilerin geniş kesimlerinin de desteğini alan, iktidar alternatifi kitlesel işçi partileri haline geldi. Eski sömürge sistemi, 1960’lı ve 70’li yıllarda da devam eden ezilen ulusların ve halkların hareketindeki büyük yükseliş karşısında tutunamadı, çözülme sürecine girdi ve dağıldı.
10. İşçi sınıfı ve ezilen halkların hareketindeki büyük atılım; emperyalizm ve dünya gericiliğinin sosyalist kampa, işçi sınıfı ve ezilen halkların devrimci hareketine karşı güçlerini birleştirme eğilimini güçlendirdi. ABD, diğer emperyalist ülkeler karşısında kesin bir üstünlük sağlayarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, emperyalist-kapitalist sistemin tek hâkim gücü oldu. Bu durum, emperyalizme, geçici bir süre için de olsa, ilk kez, sosyalizme, işçi sınıfı ve halkların devrimci hareketine karşı tek merkezden yönetilen, birleşik bir saldırı başlatma ve yürütme olanağı sağladı. Mali sermaye, işçi aristokrasisi ve bürokrasisinin yanı sıra yalpalayan ara güçlerle sarsılan ilişkilerini yenilemeye, bu güçleri kazanmaya ve en etkin biçimde kullanmaya, işçi sınıfını ve halkları yatıştırmak için geçici tavizler vermeyi de içeren yeni taktikler ve yöntemler geliştirmeye yöneldi. “Sosyal devlet” uygulamaları yaygınlaşırken, yeni sömürgeci yöntemler ve biçimler geliştirildi.
11. Dünya işçi sınıfının devrimci hareketi, emperyalizmin cepheden ve burjuvazinin işçi hareketi ve sosyalist kamp içindeki dayanaklarının, kararsız ve uzlaşmacı unsurların içerden yürüttükleri saldırıları püskürtme; kazanımlarını dünya ölçeğinde bir zafere doğru ilerletme yeteneği gösteremedi. Sosyalist inşayı kesintiye uğratan, kapitalizmin yeniden kuruluşu yolunu açan, emperyalizme, burjuvaziye ve her türden oportünist ve revizyonist akıma karşı mücadelenin yerine işbirliğini geçiren, ideolojik olarak modern revizyonizm biçiminde şekillenen karşı-devrimci çizgi, 20. Kongre’de SBKP’ne ve işçi sınıfının devrimci hareketine egemen oldu. Arnavutluk dışındaki sosyalist ülkelerde, sosyalizmi yenileme, komünizme geçiş vb. propagandası eşliğinde ve deforme edilen sosyalist biçimler altında kapitalizm yeniden inşa edilirken; devrimci işçi hareketi yenilgi ve gerileme sürecine girdi. Modern revizyonizm, diğer eski sosyalist ülkelerin yanı sıra dünyanın en gelişmiş ve güçlü ülkelerinden biri olan SSCB’nin olanaklarını, işçi sınıfı ve halklar nezdinde kazanılmış büyük saygınlık ve güveni, bilimsel sosyalizmin devrimci özünü boşaltmak, işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesini her alanda en az direnme çizgisine çekmek için kullandı. İşçi sınıfının kitlesel devrimci partileri sınıf işbirliği çizgisi izleyen sendikalist, reformist-parlamentarist partilere dönüştü, devrimci işçi hareketi tam bir tasfiye süreciyle yüz yüze kaldı. Bu gelişme, işçi hareketinin yanı sıra ezilen uluslar ve hareketini de etkiledi. Burjuva, küçük burjuva uzlaşmacı akımların bu hareketler içindeki etkisi güçlendi.
12. Modern revizyonizmin egemenliğiyle birlikte, adım adım, toplumun ihtiyaçlarını sağlayacak istikrarlı ve uyumlu bir gelişmeyi güvenceye alan planlı üretimin yerini kâr ve pazar için üretim aldı. Kapitalist ekonomi ve bunun üzerinde yükselen kapitalist toplumun durgunluk ve kriz, her alanda dengesiz gelişme, açık ve daha çok da gizli işsizlik, asalak ve üretimden tamamen kopmuş küçük bir azınlığın elinde yoğunlaşan birikim ve lüks yaşam, buna eşlik eden artan yoksulluk, giderek büyüyen askeri harcamalar ve dış müdahaleler vb. türünden tüm sonuçları ortaya çıkmaya başladı. 1980’li yılların sonlarına doğru bu sorunlar öylesine boyutlara vardı ki, kapitalizmin bu özel ve geçici türü artık sürdürülemez oldu ve yerini, biçim de dahil, her alanda aslına, tipik olana, olması gerekene bırakması kaçınılmaz hale geldi. 1990’lı yılların başlarında da, SSCB ve başında bulunduğu blok dağılma sürecine girer, sosyalizm ve deforme olmuş biçimlerinin son kalıntıları da tasfiye edilir ve tipik kapitalist biçimlere geçilirken; Arnavutluk’ta da sosyalizm yıkıldı.
13. Tüm bu gelişmeler, komünizmin, devrim ve sosyalizm mücadelesinin iflası, kapitalizm ve pazar ekonomisinin üstünlüğünün kanıtlanması olarak ilan edildi ve tarihin en azgın, en saldırgan ve en etkin anti-komünist kampanyası başlatıldı. Bu kampanya, işçi sınıfı ve emekçilerin sadece geri kesimlerini değil, ileri kesimleri ve aydınları da derinlemesine ve yaygınlığına etkiledi. Liberal, neo-liberal, muhafazakâr, sosyal-demokrat, neo-faşist, Ortaçağ gericiliği ve önyargılarına yaslanan akımların kitleler arasında yayılmasının koşulları gelişti. Tüm biçimleriyle revizyonist akımlar güç kaybeder, bir kesimi dağılıp parçalanır, kalıntıları reformcu sağ veya sol sosyal-demokrat akımlar haline gelirken, bir kesimi de platformlarını yenileyerek varlığını sürdürmeye yöneldi, kapitalist-emperyalist sistem içinde çözümler ve seçenekler üretmeye yönelen “yeni” akımlar gelişti. Bilimsel sosyalist teorinin ve vardığı sonuçların eskidiği, aşılması gerektiği, hatta hiçbir zaman toplumsal süreçleri bilimsel olarak açıklayamadığı iddiası onların çıkış noktası oldu. Bilim ve teknikteki devrimin üretim ilişkilerinde köklü değişimlere yol açtığını, emek sermaye karşıtlığının aşıldığını, yapısı değişen işçi sınıfının tarihi devrimci rolünün sona erdiğini iddia eden teoriler yeni gerekçelerle tekrar canlandırıldı. Bunlara bağlı olarak, sınıf partileri ve örgütlerinin maddi temellerinin ortadan kalktığı, başta sendikalar olmak üzere, işçi örgütlerinin işlevinin değiştiği, hatta artık onlara gerek kalmadığı ve yerlerini yeni toplumsal örgütlenmelerin alacağı ileri sürüldü. Post-modern teorilerin yanı sıra bu tezler, yenilenmiş gerekçeler ve koşullara uydurulmuş biçimler altında “radikal demokrasi”, “21. yüzyıl sosyalizmi”, “piyasa sosyalizmi”, anarşizm, “eko-anarşizm” vb. adlarla yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.
14. İşçi sınıfının ve halkların mücadelesi; SSCB’nin ve revizyonist blok ve partilerinin çözülüp dağılmasıyla birlikte tahrip edici sonuçları ortaya çıkacak olan bir yenilgi ve gerileme sürecine girmesine karşın, geri bir mevziden de olsa kesintisiz bir biçimde sürdü. Her türden revizyonist, oportünist, sosyal demokrat burjuva akıma karşı mücadele de gelişti. Bu mücadelede başta Enver Hoca olmak üzere, Arnavutluk komünistleri ve AEP, aldığı uzlaşmaz ve kararlı tutumla bir dizi eski parti içinde mücadelenin gelişmesi ve yeni partilerin oluşmasında önemli bir rol oynadı. Emperyalizme, burjuvaziye ve başta modern revizyonizm olmak üzere, Titocu, Troçkist, Euro-komünist, Maocu her türden oportünist ve revizyonist akıma karşı sürdürülen mücadele sürecinde, işçi sınıfının yeni devrimci parti ve örgütleri kuruldu. Bu parti ve örgütler, sosyalizmin ve devrimci işçi hareketinin ağır ancak geçici yenilgisi üzerinden tarihin en etkili anti-komünist kampanyasının yürütüldüğü 1990‘lı yıllar ve sonrasında da yeni katılımlarla birliklerini sağlamlaştırıp mücadelelerini sürdürdüler.
14. Mücadelelerini işçi sınıfına ve Marksist-Leninist çizgilerine dayanarak sürdüren partiler değişik kıtalardaki hazırlık toplantılarından sonra 1994’te Quito Deklarasyonu’nu yayınladılar.Bir araya gelen bu parti ve örgütlerinin oluşturdukları Uluslararası ML Parti ve Örgütler Konferansı (CİPOML), devrimci işçi hareketinin günümüzdeki enternasyonal örgütlenmesi olarak şekillendi. CİPOML, I. Enternasyonal’le II. Enternasyonal’in devrimci döneminin, III. Enternasyonal’in (Komintern’in) ve Kominform’un devrimci döneminin mirasçısı ve devrimci ilke ve uygulamalarının sürdürücüsüdür.
V) ÇELİŞKİLERİN KESKİNLEŞMESİ, MÜCADELENİN ARTAN OLANAKLARI
1. İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesi tarihinin en ağır yenilgisini almasına karşın, dünya işçi sınıfının ve ezilen halkların devrimci hareketinin ve kazandığı zaferlerin üzerinde yükseldiği temel; kapitalist emperyalist sistemi ölüme sürükleyen uzlaşmaz karşıtlıklar zayıflamak bir yana gelişmeye devam etti. Köylü toplumu özelliği taşıyan ve feodal kalıntıların güçlü bir biçimde varlığını sürdürdüğü geri ve bağımlı ülkelerde kapitalist üretim ilişkileri egemen hale geldi; köylülüğün çözülmesi ve proleter, yarı-proleter kitlelerin büyümesi süreci ilerledi ve sosyalizmin maddi önkoşulları gelişti. İşçi sınıfı ve yarı-proleter kitleler, dünya ölçeğinde, Ekim devriminin zafere ulaştığı yıllar bir yana 1950’li yıllarla kıyaslanmayacak düzeyde büyüdü. Kapitalist rekabetin yanı sıra, kapitalist ve sosyalist sistemler arasındaki karşıtlık ve mücadele koşullarında, bilim ve teknikte gerçekleşen devrim; atomun parçalanması, nükleer enerjinin keşfi ve kullanımı, bilgisayar ve program yapımcılığı gibi yeni sektörlerin ortaya çıkması, üretim, ulaşım, dolaşım ve iletişimin teknik temelinin yenilenmesi, elektroniğin yaygın bir biçimde kullanılması vb. gibi emeğin verimliliğini arttıran yeni gelişmelere yolaçtı. Üretimin, özellikle emek yoğun bölümlerinin iş gücünün, toprağın ve hammaddelerin ucuz olduğu ülkelere kaydırılması olanaklarını genişletti. Tarihsel olarak güçlü olduğu alanlarda, küçük işletmelerin ve serbest meslek sahipliğinin çözülmesi ve ücretli emeğin gelişmesini hızlandırdı. Sermayenin ve üretimin dünya ölçeğinde yoğunlaşarak merkezileşmesi ve uluslararasılaşması, üretimin tüm unsurlarıyla toplumsallaşması ve toplumsal eşitsizlik ve çelişmelerin derinleşmesi sürecini ilerletti. Üretimin toplumsal karakteriyle mal edinmenin kapitalist karakteri arasındaki çelişme daha da derinleşti. İşsizler ordusunun büyümesi, sömürünün yoğunlaşması, emeğin sermayeye bağımlılığının artması, mülksüzleşme sürecinin ilerlemesi, mülksüzlerle mülk sahipleri arasındaki uçurumun derinleşmesi, kapitalizm koşullarında, bilim ve teknikteki ilerlemenin kaçınılmaz sonuçlardır. Bilim ve teknikteki her ilerleme, kapitalizmin çelişmelerini keskinleştirirken sosyalizmin maddi önkoşullarını geliştirir, kapitalizmi ve emperyalizmi kaçınılmaz sonuna daha çok yaklaştırır.
2. Yenilgi ve bunun bir sonucu olarak gündeme gelen işçi sınıfının ve ezilen halkların hareketindeki çok yönlü gerileme, emperyalizmi ve dünya gericiliğini daha da saldırganlaştırdı. Özü, işçi sınıfının ve ezilen halkların kazandıkları hakların ve mevzilerin son kalıntılarını da geri almak, onların mücadelesini en geri düzeye itmek, sermayenin özellikle tekelci kesiminin, egemenliğini ve sömürüsünü ulusal ve uluslararası alanda sınırlayan tüm engelleri kaldırmak ve en yüksek kârı gerçekleştirmek olan ve burjuva kapitalist çevreler tarafından “neo-liberal” önlemler ve politikalar olarak sunulan saldırılar, küreselleşme demagojisinin eşliğinde yoğunlaştırıldı. Ekonomik krizlerin ve durgunlukların, şiddetlenen rekabetin, dünyanın yeni bir paylaşımı için güçleri sınamaya ve kesin bir hesaplaşmaya hazırlanmanın tüm yükleri; işçi sınıfının ve halkların sırtına yıkıldı.
3. Kapitalizmin örnek refah ülkeleri olarak sunulanları da içinde olmak üzere tüm ülkelerde tekellerin kârları artarken, ezilen ve sömürülen kitlelerin yaşam ve çalışma koşulları kötüleşiyor. Emeğin üretkenliği yükselmesine karşın; gerçek ücretler düşmekte, iş günü uzatılmakta, iş yoğunluğu artmakta, emeklilik yaşı yükseltilmekte, esnek çalışma ve taşeronlaşma ve kiralık işçilik yaygınlaştırılmaktadır. Bu sürecin en önemli sonuçlarından biri de, işçi sınıfının her düzeyde birliğinin ve örgütlenmesinin zayıflaması oldu. Bu durum, başta eğitim, emeklilik, sağlık ve işsizlik sigortası olmak üzere, işçilerin ve emekçilerin sosyal kazanımları en geri düzeye çekilmesini, eğitimden sağlığa kadar tüm alanlarda sınırlanmasını ve özelleştirmelerle sermayenin yüksek kârlar elde etmesini kolaylaştırdı. Ara sınıfların çözülme ve mülksüzleşme süreci hızlanırken, yoksulluk yaygınlaşmakta, işsizler ordusu büyümektedir.Terörizme karşı mücadele gerekçesiyle demokratik hak ve özgürlükler sınırlanmakta, en temel insan hakları ayaklar altına alınmakta, siyasal gericilik ve militarizm gelişmektedir.Burjuvazi, bu saldırganlığını, diğer burjuva akımlarla ayrım çizgileri kaybolacak kadar gericileşmiş sınıf işbirliği örgütlenmesi olan sosyal demokrasiden vazgeçmeksizin, tüm Ortaçağ gericiliğini de hizmetine koşarak, şoven milliyetçi, dinci, muhafazakâr ve faşist, neo-faşist akım ve örgütlenmeleri kullanarak yürütüyor.
4. Ezilen ve sömürülen kitleler arasında yarınından emin olamama ve geleceğe güvensizlik yaygınlaşmakta ve derinleşmekte, hoşnutsuzluk ve öfke artmakta, mücadele eğilimleri gelişmektedir. Saldırıları püskürtecek bir düzeye erişememiş olmasına ve kendiliğinden hareketin dar çerçevesini aşamamış olmanın yol açtığı tüm zayıflıkları taşımasına karşın; işçi sınıfı ve halklar saldırılara karşı direnmekte ve mücadele etmektedirler. Saldırıların yoğunlaştığı 1990’lı yıllar ve sonrasında; işçi sınıfının ve halkların mücadeleleri, işyeri ve işkolu düzeyindeki grevlerden genel grev ve direnişlere, kitlesel yürüyüş ve gösterilere, geri ve bağımlı ülkelerde halk ayaklanmalarına doğru ilerledi. Fransa işçilerinin 1995 yılındaki mücadeleleri bu bakımdan bir dönemeç oldu.
5. Eski sömürge sisteminin dağılıp parçalanması; burjuva-kapitalist çevrelerin ve işçi hareketi içindeki uzantılarının ileri sürdükleri gibi, emperyalizmin ve sömürgeciliğin tarih sahnesinden çekilmesine, emperyalizmle ezilen halklar arasındaki bölünme ve karşıtlığın ortadan kalkmasına veya yumuşamasına yol açmadı. Bu bölünme ve karşıtlık, eski sömürge sisteminin dağılması sürecinde ve sonrasında da, yeni unsurlar ve özellikler kazanarak derinleşmeye devam etti. Başta ABD olmak üzere büyük emperyalist devletler, eski sömürgeci yöntem ve biçimleri tamamen bir yana atmaksızın, yeni sömürgeci yöntemler ve biçimler altında saldırılarını yoğunlaştırdılar. Yaşanan süreç, tüm unsurlarıyla emperyalist-kapitalist sistem yıkılmadıkça, emperyalizm ve sömürgeciliğin sona erdirilemeyeceğini, ezilen halkaların tam ve kesin kurtuluşlarının gerçekleşemeyeceğini bir kez daha gösterdi.
6. Büyük emperyalist devletlerin, geri ve orta gelişmişlik düzeyindeki ülkelerin yanısıra, diğer bazı gelişmiş ülkeler üzerindeki boyunduruğu artmakta, bu ülkeler, bir tür ekonomik ve mali sömürgeler haline gelmektedirler. İkili ve çok yönlü askeri, ticari, mali vb. anlaşmaların yanısıra, büyük emperyalist devletlerin denetimindeki IMF, Dünya Bankası, DTÖ, OECD, AB, NAFTA, Birleşik Devletler Topluluğu, APEC, NATO gibi uluslararası birliklerin ve yönetim aygıtlarının ekonomik, politik, askeri, kültürel tüm alanlardaki yetki ve müdahaleleri arttırılmakta, üye ülkelerin ulusal bağımsızlık ve egemenlik hakları sınırlanmaktadır. Büyük emperyalist devletler, kapitalist dünya ekonomisinin uluslararasılaşması sürecinin ilerlemesine de bağlı olarak gündeme gelen bu birlikleri; saldırılarını koordineli bir biçimde yürütmenin, diğer ülkeleri ve halkları egemenlikleri altına almalarının, etki ve nüfuz alanlarını genişletmelerinin bir aracı olarak kullanmaktadırlar.
7. SSCB’nin başında bulunduğu blokun çözülmesi ve dağılmasıyla birlikte; emperyalistler arasındaki ilişki ve çelişkilerde, başında iki süper gücün bulunduğu bloklar temelindeki bölünme ve rekabetin yol açtığı sınırlamalar ortadan kalktı. BM, IMF, Dünya Bankası, NATO gibi ekonomik, politik-askeri tüm uluslararası kuruluşların ve anlaşmaların üzerinde yükseldiği güçler dengesi değişti. Çin ve SSCB’nin yıkıntıları üzerinden Rusya gibi yeni emperyalist ülkeler ortaya çıktı. Emperyalistler arası güçler ilişkisi değişir ve belli başlı emperyalist güçler yeniden mevzilenirken; yeni bir paylaşım mücadelesi başladı. Etki ve nüfuz alanlarını korumak ve genişletmek için ulusal-etnik, dinsel-mezhepsel vb. çelişmeleri kullanarak kışkırtılan gerici iç savaşların yanı sıra, doğrudan askeri müdahaleler yaygınlaştı. Halklar, özellikle Balkanlar, Kafkaslar, Afrika ve Ortadoğu’da gerici savaşların girdabına çekildi. Başta ABD olmak üzere belli başlı emperyalist güçlerin, Yugoslavya, Afganistan, Sudan, Somali, Irak, Libya, Mali vb. örneklerinde görüldüğü gibi doğrudan askeri müdahaleleri yaygınlaştı. Bu müdahalelerde ve emperyalistlerin kışkırttığı savaşlarda ölen insan sayısı milyonları buldu ve özellikle Afrika’da soykırımlar yaşandı.
8. Bilim ve teknikteki ilerleme ve üretim araçlarındaki gelişme; insanlığın, doğanının gelişme yasalarını bilme ve bu yasaları gözetme temelinde, doğaya egemen olma ve tüm kaynaklarını kullanarak gereksinimlerini karşılama ve güvence altına alma olanaklarını genişletti. Ancak gelişen üretim araçlarının, sermayenin ve tekellerin denetiminde ve en yüksek kârı gerçekleştirmek üzere fütursuzca kullanılması; doğanın çok yönlü tahribine ve kirlenmesine, ekolojik dengenin bozulmasına yol açmakta ve tüm insanlığın ve canlıların yaşam koşullarını tehdit eden ve acil olarak çözülmesi gereken bir düzeye ulaşmaktadır. Özellikle bağımlı, yarı-sömürge ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynakları büyük çevre felaketlerine yol açacak biçimde yağmalanmaktadır. Emperyalist-kapitalist sistem bu bakımdan da, insanlığı tam bir felakete doğru sürüklemektedir.
9. Proleter dünya devriminin maddi temelleri daha da gelişir ve olgunlaşırken, tüm bölünmeleri derinleşen kapitalist-emperyalist sistem, gerici emperyalist savaşları, işçi sınıfı ve halkların devrimci mücadelelerini ve ayaklanmalarını kaçınılmaz kılan etkenleri ve koşulları geliştirmektedir. Kapitalist emperyalist sistem krizden krize sürüklenmekte, birçok ülkede devrimci patlama ögeleri birikmektedir. Kapitalist emperyalist sistem yeni bir savaşlar, köklü alt-üst oluşlar ve devrimler dönemine doğru yol almaktadır. Emperyalizm ve gericilik hangi yöntemlere başvurursa vursun, ne kadar azgınca saldırırsa saldırsın, geçici başarısızlıklar ve yenilgiler ne kadar ağır olursa olsun, kapitalist-emperyalist sistemin yıkılması ve proleter dünya devriminin zaferi kaçınılmazdır.
10. Batı Avrupa’daki 1848 Devrimleri, Paris Komünü ve Ekim Devrimi örneklerinde bütün yalınlığıyla görüldüğü gibi; sadece zaferler değil, yenilgiler de işçi sınıfını ve halkları eğitmekte, daha ileri ve büyük mücadelelerin ve zaferlerin üzerinde yükseldiği basamaklar olmaktadır. Paris Komünü, 1831-1834 Fransa işçi mücadelelerinin, İngiltere’deki Çartist hareketin ve 1848 devrimlerinin; Ekim Devrimi ise tüm bunların birikimleri üzerinde yükseldi. 20. yüzyılın zaferleri ve yenilgileri de, işçi sınıfını eğiten, yeni ve daha ileri atılımların ve mücadeleleri üzerinde yükseldiği dayanaklar olacaktır.
Kasım 2016