Uluslararası durum ve görevlerimiz – 2023

1. Son Konferansımızdan bu yana dünya ekonomisi, başta gıda fiyatları olmak üzere yüksek enflasyon oranları, sanayi ve tarımsal üretim ile ticaret hacmi artış oranında düşüş gibi ekonominin genel büyüme hızını yavaşlatan ciddi sorunlarla yüz yüze kaldı. Hükümetlerin faiz oranlarını yükseltmek gibi mali sorunlarla başa çıkmak için denedikleri bazı önlemler mevcut sorunları arttırıp derinleştirir ve yenilerini kışkırtırken, aynı zamanda, reel gelirleri zaten azalan ve milyonlarcası işsizlik ve eksik istihdamdan mustarip olan işçi sınıfı ve dünya halklarının çalışma ve yaşam koşullarını daha da kötüleştiriyor.

Ayrıca Ukrayna’daki savaşın tetiklediği siyasal olaylara ve öncesinden devam edegelen diğer olaylara tanık olduk. Bu olaylar iki grupta sınıflandırılabilir.

2. Bütün kapitalist ülkelerde sermaye ve hükümetlerin işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik saldırıları artıyor, özellikle Avrupa ülkelerindeki göstermelik destekler bir yana ekonomide yüzleşilen tüm tıkanıklık ve sorunlar halkların sırtına yıkılmaya çalışılıyor. Bir örnek, ciddi bir saldırıyla emeklilik yaşıyla pirim ödenecek gün sayısının artırılmaya uğraşıldığı Fransa’dır. Artık emekçiler daha az yemeye ve gıda yardımına baş vurmaya, daha az ısınmaya ve yine de ikinci bir işte çalışmaya daha da çok zorlanıyor.

İşçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarının kötüleştirilmesine yönelik sermaye ve hükümetlerin yaklaşım ve uygulamaları bağımlı ülkelerde ise çok daha serttir ve bu ülkelerde halk için yaşam giderek daha da zorlaşmaktadır.

Üstelik “enflasyonla mücadele” gerekçesiyle hemen her ülkede gerici burjuvazi sıkı para politikası uygulamaya yönelerek, silah harcamaları ve özellikle enerjide halka sağlanan göstermelik destekler dışında kalan kamu harcamalarında kesintiye gitti. Belediye hizmetleri, sağlık ve eğitimde en yüksek düzeyde olan kesintiler, Rus doğalgazı alımını önce sınırlayıp sonra tamamen durduran Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde enerji alanında zirve yaptı. Devlet kurumlarında kaloriferler 19 dereceye ayarlandı, geceleri kapatılması zorunlu kılındı. Kamu kurumlarında ücretlerin dondurulması, zorunlu kalındığında küçük artışlarla yetinilmesi genelleştirilmeye çalışıldı. Avrupa’da grevler ücret artışları kabul edilmediği için yaygınlaştı, uzayan grevlere rağmen hükümetler düşük ücret zamlarında ısrarlı.

3.Demokrasinin beşiği” olarak anılanlar da içinde olmak üzere dünyanın gelişmiş kapitalist ülkelerinde demokrasi ve özgürlükler giderek daha fazla kısıtlanmaya başladı. Bu gericileşme eğilimi, tekeller ve emperyalizmin genel eğilimi olmakla birlikte günümüzde egemen burjuvazi yönetmekte zorlandıkça dikkat çekici ölçülerle yaşanıyor. Birkaç yıl önce İngiltere’de başbakan Johnson seçim öncesinde geçici olsa bile parlamentoyu askıya almaya çalışmış, uygulama yüksek mahkemeden dönmüştü. Şimdi bir benzerine Fransa’da Macron teşebbüs etti, parlamentoda karşılaşacağı muhalefeti aşmak üzere emeklilik yasa tasarısını parlamentoyu by-pass ederek yasalaştırmaya yöneldi. Türkiye ve Macaristan gibi ülkelerde yasalara giren, Ekvator’da uygulanmak istenen hükümetlerin kanun hükmünde kararnamelerle yönetme yetkisi kapitalist ülkelere yaygınlaşma eğiliminde.

Gericileşme eğilimi çıkarılan yasaların niteliğine de yansıyor. Göçmen karşıtı ırkçı yasalar genelleşiyor. Aynı şey, polisin önleyici gözaltılar ve gösterilere müdahale türünden yetkilerinin artırılmasına yönelik çıkarılan yasalarda görülüyor. Şimdiden İngiltere, Fransa ve Almanya bu yönde ileri adımlar attı. İngiltere, ülkede yaygınlaşan grevler karşısında, zaten son derece sınırlı olan grev hakkının neredeyse tamamen yasaklanmasına yönelik yasal düzenlemeyi gündemine aldı. Milliyetçilik, ırkçılık ve faşist hareketler dünya ölçeğinde güçleniyor.

4. Dolaysız politik gelişmelerin yanı sıra ekonomideki bozulma ve emekçilere yönelik saldırıların doğrudan bir sonucu, hemen bütün ülkelerde işçi ve emekçi kitlelerin bazılarında ayaklanmaya dönüşme eğilimi de taşıyarak hareketlenmesi ve uzun yıllar sonra gelişmiş ülke işçilerinin öne çıktığı uzun süreli grev ve gösterilerin gündeme gelmesi ve yaygınlaşması oldu. Emekle sermaye, henüz bilinçlilik düzeyi geri ve örgütsüz işçi sınıfıyla hedeflerini sürekli daha ileriden koyarak bunlara ulaşmaya çalışan tamamen örgütlü burjuvazi arasındaki mücadelenin yoğunlaştığı bir dönemi yaşıyoruz.

EMPERYALİSTLER ARASI MÜCADELE SERTLEŞİYOR

5. Son Konferansımız, 2022 Şubat’ında Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ve bir bölümünü işgal etmesinin ardından toplanmış, bu saldırı dolayısıyla ABD ve müttefikleri Rusya’ya çok yönlü yaptırımlar koymuştu. Avrupa’da uzayarak süren savaş, emperyalistler arası çelişkinin hem önemli ölçüde sertleşmesinin bir sonucu, hem bu sertleşmenin belirgin bir göstergesi, hem de yatışmasının beklenmemesi gerektiğine işaret ediyor. Savaşın ardından konan yaptırımlar da, Rusya ekonomisini sarsar ve bu ülkeyi –gerçekte ABD ve müttefiki emperyalistlerin tercih etmeyeceği ölçüde– Çin’e doğru iterek iki ülke arasındaki ittifakı sağlamlaştırırken, NATO’nun Madrid Zirvesinde Çin’in hedefe konmasının resmileştirilmesiyle bir arada, giderek daha çok bloklaşan rakip ittifaklar arasında bir yumuşama beklenemeyeceğini gösterdi.

Son bir yılda emperyalistler arasındaki ilişkiler giderek sertleşti. Üstelik, emperyalistler arasındaki çelişki ve çatışmalar, bağımlı ülkelerin emperyalizmle olan ilişkilerini de kapsayarak, emperyalistlerle ezilen dünya halkları ve uluslararası burjuvaziyle dünya proletaryası arasındaki çelişki ve çatışmanın da sertleşmesiyle birlikte sertleşiyor. Tümü bir arada kapitalizmin genel krizinin olgunlaşmakta olduğunun belirtisi ve kapitalizmin dünyayı istikrarsızlığa mahkum etmesinin bir panoramasını veriyor.

6. Ukrayna savaşının bir sonucu, Çin-Rusya ittifakı pekişirken, savaşı İngiltere ile birlikte kışkırtan ABD’nin Avrupalı emperyalistleri yanına çekerek AB üzerindeki kontrolünü arttırması ve onları ABD enerjisine daha bağımlı hale getirmesi oldu. ABD, NATO ve AB Askeri Birliği ile yakın işbirliği halinde Kuzey Kutbu’ndan Karadeniz’e kadar askeri altyapıyı yeni ABD ve NATO askeri üsleri kurarak geliştiriyor. NATO, Avrupa’da Rusya sınırlarına kadar yeni üye devletlerle genişlemeye devam ediyor. Son örnekleri Finlandiya ve İsveç. Aynı zamanda AB de, bölgedeki ekonomik ve askeri güç ve nüfuzunu güvence altına almak için yeni üye devletlerle genişlemeye çalışıyor. Ukrayna her ikisinin de hedefinde.

Bu, şüphesiz ABD ile Avrupalı emperyalistler ve AB arasında, Avrupalı tekel grupları arasında ve AB ülkeleri arasında çelişki ve çıkar çatışmalarının artık var olmadığı anlamına gelmiyor. Aynı şekilde Çin, Rusya ve ŞİÖ’ye üye ülkeler ve tekel grupları arasındaki çelişkiler ve çıkar çatışmaları da varlığını koruyor. Ancak aralarındaki çelişkilere rağmen, emperyalistler, birbirine rakip iki ittifak halinde bloklaşıyorlar.

7. NATO (ve onun aracılığıyla ABD) çeşitli çok taraflı örgütlerde ve AB’de hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde oynadığı siyasal rolü ve etkisini artırmaya çalışıyor. NATO, üye ülkelerin dış politikalarını koordine etmeleri ve küresel odaklanmalarını geliştirmelerini giderek daha çok talep ediyor ve bunun sonuçlarını Ukrayna Savaşında görüyoruz. Uluslararası bir kuruluş olarak NATO, üyelerinin önemli stratejik ve siyasi meselelerde tartışarak birleşmelerini istiyor. Ayrıca, üye ülkelerin öngördükleri siyasal ve teknik çözümler ve ticaretlerinde tedariklerin müttefikler ve “dostlar”dan gelmemesi ya da onlar tarafından talep edilmemesi halinde ortak bir tehdit oluşturacağı, bir güvenlik meselesi olarak tanımlanıyor.

NATO’nun 2022 Stratejik Konseptinde yer alan ve 2023 Temmuz’unda Vilnius’ta düzenlenen NATO zirvesinde pekiştirilen Rusya ve Çin’le ilgili “tehdit” değerlendirmesi, “özgür Batı” dünyası ile rakip olarak etiketlenen otoriter rejimler arasındaki ideolojik mücadele zırhına büründürüldü. Sonuncusu Hiroşima’da düzenlenen G7 zirvesinde de aynı sorun dile getirildi ve uluslararası ilişkilerin “riskten arındırılması” kararlaştırıldı. Bu “arındırma” G7’nin diplomaside sertleşmesi, ticaret kaynaklarını çeşitlendirmesi ve ticaret ve teknolojilerini koruması anlamına geliyor. Bu, aynı zamanda, ABD’nin Çin’i hedefleyen çip ve çip teknolojisi yasağının, özellikle askeri amaçla kullanılabilecek teknoloji ihracını da kapsayarak yaygınlaşabilecek olması da demek.

8. Öte yandan, Avrupalı emperyalistler savaştan yararlanarak ülkelerini ve AB’yi askerileştirmeye ve silahlandırmaya yöneldiler. Avrupalı emperyalistler, hırsla ve açgözlülükle, AB’nin stratejisini ve eylem gücünü, ortak güvenlik ve savunma politikası –”stratejik pusula” ve “stratejik özerklik”– aracılığıyla yeniden tanımladı ve AB’nin askeri birliğini hızla kendi askeri gücü olarak inşa ediyor. AB, stratejik bağımsızlığını ve Avrupa menşeili tekellerin çıkarlarını korumak için diğer güçlerle askeri işbirliği yapma yeteneğini güçlendirmek istiyor. Ukrayna Savaşı, tek tek ülkelerin ve AB’nin askerileştirilerek yeniden silahlandırılmasının bahanesi yapıldı. Başta Almanya ile Fransa olmak üzere tüm AB/NATO ülkelerinin askeri bütçeleri, hem NATO hem de AB’nin taleplerini finanse etmek üzere ikiye, hatta üçe katlanıyor. Bu, korku, anti-komünizm ve geleceğe yönelik belirsizlik üzerine kurulu ağır bir savaş propagandası eşliğinde yapılıyor. Aynı örtü altında hemen bütün Avrupa ülkelerinde polis devleti ve faşizm güçlendiriliyor.

Siyasal ve ideolojik içerikli bu saldırıya rağmen, Avrupa ülkelerinde işçi sınıfı giderek artan sayılarda savaş politikasına ve yaşam koşullarını ciddi olarak ağırlaştıran militarizasyona karşı çıkmaya başlıyor.

Emperyalist hırsların askeri alanı da kapsayarak yaygınlaşması, yaşlı kıtayla sınırlı değil ve en başta Fransa’nın Afrika’da öteden beri sürmekte olan saldırganlığına da yansıyor. Geçmişlerinde kıtaya yönelik sömürgeci yağmacı uygulamalar bulunmayan Çin sömürgeciliğe duyulan nefreti kullanarak hızlı bir ekonomik yayılma sürdürür, Temmuz’da kıtanın liderlerini Petersburg’da toplayarak gıda sıkıntısı içindeki ülkelere tahıl yardımı vaat eden Rusya siyasal-askeri atağa kalkarken, Fransa, Afrika’da sorunlarla yüz yüze. 2022 Temmuz’unda Avrupa Görev Gücü Takuba ile birlikte Mali’den, Aralık’ta Orta Afrika Cumhuriyeti’nden, darbelerin ardından bu yıl başında Burkina Faso ve sonra Nijer’den askerlerini çekmek zorunda kaldı. Sonuncusu eski Fransız sömürgesi Gabon’da gerçekleşen darbelerin birçok ülkede Wagner grubu askerleri bulunduran Rusya’yla yakın ilişkisine ve bu ülkelerden dışlanmasına karşın Fransa bu kıtaya yönelik yağmacılık ve saldırganlığından vaz geçmedi, hala örneğin Çad’da askerleri var ve örneğin tüm Sahel’de İslamcı “Boko Haram terörü” bahanesiyle faal.

9. Rusya’nın “kırmızı çizgisi” ilan etmesine rağmen, Ukrayna’yı üye olmaya yönlendirip NATO’nun doğuya genişlemesi politikası izlemesinin kışkırtıcılığının yanı sıra işgalden aylar önce başlattığı “Rusya saldırdı, saldıracak” propagandasıyla bu ülkeyi savaşa hazırlayıp kışkırtması, ABD emperyalizminin dünyadaki pozisyonunu yeterince açık ortaya koyuyor. Amerikan emperyalizmi, henüz hala “vekil” (Ukrayna) kullansa da, Avrupa’da kışkırtmaktan kaçınmadığı savaş yoluyla rakiplerini hiç değilse geriletmeye yönelmiş saldırgan bir güç. Bu, rakiplerinin, örneğin saldırganlığını Ukrayna işgaliyle kanıtlamış olan Rusya’nın saldırgan olmadığı anlamına gelmiyor.

10. Savaşa baş vuran Rusya olmakla birlikte, ABD’nin karşısındaki asıl rakip, sanayisinin yeni ve ileri teknolojiye dayanan teknik temeliyle son yıllarda hızla gelişmiş olan Çin. GSYİH’nin büyüklüğüyle neredeyse ABD’yi yakalamakta olan Çin, henüz sahip olduğu askeri-sınai kompleks ve silahlanma kapasitesi bakımından Amerikan emperyalizminin oldukça gerisinde. Çin bu açığını gidermeye çalışırken, geçici olaraksa Rusya’yla ittifakını sağlamlaştırma yoluyla aşma çabasında. Fazla uzak olmayan bir gelecekte Çin’le baş edemeyeceğinin farkında olan ABD ise, öncelikle Ukrayna üzerinden Rusya’ya yüklenip, bu ülkeyi çökertme ya da olmuyorsa zayıf düşürerek hareketsizleştirmeye yönelerek, Çin’i dayanaksız bırakma ve bu süreçte ticari ve sınai savaşlar yoluyla Çin’in ekonomik gelişmesinin önünü kesme tutumu izliyor. Tamamen başarısız olduğu da söylenemez.

11. Ukrayna savaşı, üstelik uzun sayılabilecek yıllar sonra ilk kez yeniden –blöf amacıyla olsa bile– açıkça nükleer silahların kullanılabileceği sözünün edilmesine kadar vararak, emperyalistler arasındaki ilişkinin yenilenmesinin aracı ve dönüm noktası oldu. Bu kapsamda ek olarak şunlar söylenebilir:

1) Görünüşte Rusya NATO ile değil Ukrayna’yla savaşıyor; ancak durum örneğin Suriye’den farklı. Rusya belirgin biçimde ABD ve müttefikleriyle NATO’yu karşısına aldı; NATO da, teknoloji, uzaydan enformasyon ve lazer güdümleme, gelişkin silah ve eğitim desteği vererek fiilen savaşıyor ve bu savaş Avrupa’nın ortasında sürüyor.

2) Ukrayna Savaşı’nın emperyalistler arası rekabeti ekonomik, siyasi, askeri vb. çok yönlü olarak keskinleştirmesinin bir belirtisi ABD ve müttefiklerinin Rusya ekonomisini çökertmeye yönelik bugüne kadarki en sert ekonomik ve mali yaptırımları uygulamasıyken, bunlardan, başta Almanya olmak üzere enerji kaynaklarını değiştirmeye zorlanan Avrupa ülkelerinin ciddi zararlar görüyor olmasıdır.

3) Ukrayna savaşı, Almanya başta olmak üzere Avrupa burjuvazisinin yeniden konumlanmasına yol açtı. ABD Avrupalı emperyalistleri kendi etrafında toplarken, Alman emperyalizminin Schröder tarafından temsil edilen Rusya ile daha yakın ilişkiler sürdürme politikasını benimseyen eğilimi ciddi ölçüde zayıfladı ve iki ülke arasındaki ilişki keskin bir şekilde kesildi.

4) Ukrayna Savaşıyla, özellikle ABD tarafından başlatılan, AB’nin 300 milyar Euro yatırarak katıldığı uluslararası nakil yolları ve tedarik zincirinde yapılmasına girişilen değişiklikler netleşti ve Avrupa ülkeleri burjuvazilerini de peşinden sürüklemeye çalışan Amerikan burjuvazisi Çin’e ilişkin tutumunu sertleştirdi. Bu kapsamda belirli Amerikan yatırımları Çin’den çekilmeye başlarken, Avrupalılar henüz yatırımları da dahil Çin’le olan ekonomik ilişkilerini sürdürüyor.

5) ABD’ye yakın duran ancak Rusya ile güçlü ekonomik ve askeri bağları olan Hindistan’ın yeni konumlanmaya uyum sağlamada yaşadığı zorlukların ardından, Rusya’ya yönelik yaptırımları desteklemeyi reddederek ŞİÖ ile ilişkilerini geliştirmekte oluşu, savaşın emperyalistler arasındaki ilişkilerin yenilenmesine yol açan etkisinin önemli bir unsuru. Bugün Hindistan iki yıl öncesinden farklı bir konumda.

12. Hiçbir emperyalist ülke, ABD kadar tüm kıtalara yayılmış yüzlerce askeri üsse ve dünyanın farklı bölgelerine müdahale kapasitesine sahip değil. Ve ABD, hala, tek başına, kendisinden sonra silahlanmaya en çok harcayan ilk 10 ülkeden daha fazla harcama yapıyor. Dünyada toplam silahlanma harcamasıysa alarm verici boyutta; 2022’de %13 artarak, toplam 2.240 trilyon $’a ulaştı. Öte yandan on yıl öncesine göre, Çin (%63) ve Hindistan’ın (%47) harcamaları yüksek oranda arttı ve bu ülkeler eksiklerini telafi etmeye yöneldi. 2022’de silaha en çok harcayan ilk dört ülke; önceki yıla göre 0.7%’lik artış ve 877 milyar $’la ABD, 4.2%’lik artış ve 292 milyarla Çin, 9.2%’lik artış ve 86.4 milyarla Rusya ve 6%’lik artış ve 81.4 milyarla Hindistan. ABD yüksekliğine rağmen GSYİH’sının 3.4%’ü olan silahlanma harcamasını sürdürebilir ve hatta artırabilir görünürken, yaptırımlarla zorlanan, GSYİH’sinin neredeyse 5%’sini silahlanmaya ayıran ve savaş ekonomisine yönelen Rusya bu düzeyde silahlanmayı sürdürmede zorlanabilir.

13. Amerikan emperyalizmi, rakiplerini erken bir hesaplaşmaya zorlama ya da diz çöktürme stratejisini, sadece Rusya’yı tahrik edip savaşmaya ve Avrupa’yı bir savaş alanına dönüştürüp Avrupalı emperyalistleri kendisiyle birleşmeye zorlayarak yürütmüyor. Bir diğer yönelimi, birkaç yıldır sürdürdüğü başlıca Çin’e yönelik ticaret savaşlarını, sınai alanı da kapsayarak genişletmesidir. Özellikle çip üretiminden dışlayarak Çin sanayiini zaafa uğratma politikası, nakliye ve tedarik yollarının değiştirilmesiyle birlikte Çin ekonomisi üzerinde belirli bir etkide bulundu. ABD Kongresi’nin eski Sözcüsü Pelosi’nin Tayvan ziyareti özellikle çip üretimiyle ilgili olduğu kadar, Amerikan emperyalizminin sadece sırtını sıvazladığı Tayvan’ı değil, Asya Pasifik’teki müttefiklerini cesaretlendirme ve kararsız/tarafsız pozisyonlar almış ülkeleri şemsiyesi altına davet etme amaçlı.

Japonya, silahsızlanma politikasını terk edip hızla silahlanmaya yönelerek Amerikan emperyalizminin bölgedeki müttefiki ve dayanağı olarak artık daha ileriden görev üstleniyor. Fransa ile yaptığı anlaşmaya sırt çevirerek ABD ve İngiltere ile birlikte yer aldığı AUKUS paktı/anlaşmasıyla nükleer dahil silahlanmasını geliştirmeye yönelen Avustralya benzer bir pozisyonda. İttifak içinde üstlendiği rol bakımından, silahlanmaya İtalya’dan çok yatırım yapan G. Kore de ihmal edilmeyecek bir ABD müttefiki. ABD, en son, 30 yıldır asker bulundurmadığı Filipinlerle ilişkilerini yenileyerek, 2014’te imzaladığı Gelişmiş Savunma İşbirliği Anlaşması (EDCA) kapsamında ülkede 4 yeni askeri üsse daha yerleşiyor.

Kafkasya’ya, Afrika içlerine ve Asya’ya doğru genişleyen Ortadoğu ise, emperyalistler açısından önemini yitirmiş değil. Enerji deposu ve nakil yolları bakımından stratejik konumda. Bölgesel ve ulusal savaşların eksik olmadığı coğrafyada son yıllarda değişiklikler mayalanıyor. Özellikle rakiplerini Ortadoğu’dan dışlamaya çalışan ABD bunu başaramadı ve hem ABD hem Rusya bölgede asker bulunduruyor. İran, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin de belirli bölge ülkelerinde askerleri var ve askeri harekat yürütüyorlar. İran; Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de aktif. Türkiye; Irak, Suriye, Libya ve Azerbaycan’da. Arapların liderliğine oynayan Suudiler ise, belirli sürtüşmeleriyle birlikte BAE ile dayanışarak, Libya’dan Sudan’a, Irak’tan Yemen’e –bazılarına silahlı müdahalede de bulunarak– bölgede gerici rejim ve güçleri besleyip destekliyor.

Irkçı İsrail Siyonizmi, ABD ile özel ilişkiye sahip ve onun desteğiyle ilişkilerini “normalleştirmeye” yöneldiği bölgenin hemen tüm gerici devletlerince tanınıp meşruiyetini sağlamada önemli adımlar atmıştı.. Bu, Filistin’i işgal altında tutması ve durmaksızın Filistinli kanı dökmesine; başkent ilan ettiği Kudüs’te estirdiği teröre, neredeyse periyodik olarak Gazze’yi ve Temmuz’da Batı Şeria’yı bombalamasına, tanklarla Cenin’e girmesine ve her saldırısının onlarca Filistinlinin hayatına mal olmasına rağmen gerçekleşiyordu. 7 Ekim’de başlattığı son hunharca saldırısı “normalleşme sürecinin” duraklamasına neden oldu ve örneğin Suudiler süreci askıya aldı. Ancak hiçbir bölge ülkesi İsrail’le diplomatik ve ticari ilişkilerini kesmedi, tersine ona lojistik katkılar sağlamayı sürdürdüler. ABD, İngiltere, Avrupalı emperyalistler ve hemen tüm Avrupa ülkeleri, Japonya, Avustralya… tarafından açıkça desteklenen İsrail Siyonizminin açık bir soykırım halinde süren Gazze’ye yönelik saldırganlığı bu bölgenin Filistinsizleştirilmesini amaçlıyor. Asker-sivil ayrımı yapmayan, okul, hastane, kutsal mekan tanımayan insanlık dışı Siyonist saldırganlık, soykırımı destekleyip onaylamaktan çekinmeyen emperyalist merkezlerin halkları dahil tüm dünya halklarının tepkisine ve dünyanın hemen tüm kentlerinde yoğun kitlesel gösterilere neden oldu. ABD ve müttefiklerinin –bölgenin Arap ülkeleriyle eski iyi ilişkilerini sürdürmelerini zorlaşmasını da göze alarak– bu insanlık düşmanı saldırganlığı desteklemelerinin temel bir nedeni, emperyalistler arasındaki çelişkilerin giderek keskinleştiği koşullarda zaten önemli olan İsrail gibi bir müttefikin artan öneminin yanı sıra Hindistan’dan başlayıp Avrupa’ya uzanacak yeni “ekonomik koridor”un Siyonist işgal altındaki Filistin topraklarından geçecek olmasıdır. Rusya ve Çin emperyalizmi belirli bir tereddüdün ardından, bölgenin “İslam” ülkeleriyle ilişkilerini yenilemeyi gözeterek “ateşkes” istiyor, ancak lafın ötesinde İsrail saldırganlığını durdurmaya yönelik somut bir tutum geliştirmiyor.

14. ABD’nin ataklarına Rusya’nın tepkisi Ukrayna’ya saldırmak olurken, Çin de karşılık vermekte gecikmedi: Pelosi’nin Tayvan ziyaretini bu ülkeye gözdağı vermeye yönelik büyük bir askeri tatbikatla yanıtladı. Çin, asıl, yıllar öncesinden başlattığı ve “İpek Yolu”na atıfla “Kuşak Yol” adını taktığı projesi aracılığıyla yayılmacı politika uyguluyor. Çin projesi tüm dünyayı Çin etrafında birbirine bağlamayı öngörüyor. Myanmar darbesi bu proje ile de bağlantılı; Bangladeş ve Pakistan, bir bölümü ortak büyük yatırımlar ve verilen borç ve kredilerle “Yol”un güzergahında yer alıyor. Çin’le imzaladığı 400 milyar dolarlık anlaşmayla İran da öyle. Türkiye ile mali ve ekonomik ilişkilerini geliştiren Çin, arabuluculuğuyla Suudi Arabistan’la İran’ı barıştırarak, ABD’nin bölgenin enerji kaynaklarını güvenceye almak üzere kurmaya çalıştığı “Ortadoğu NATO”sunu boşa düşürme hamlesi yaptı.

Suudi Arabistan’la geliştirdiği ilişkiler Çin’in etkili yayılmasının iyi bir örneği. 2016 ve 2022’de iki kez Riyad’a giden, arada veliaht prensi Pekin’de ağırlayan Xi, ikinci gezisinde Çin-Arap Ülkeleri ve Çin-Körfez İşbirliği Örgütü zirvelerine de katıldı ve birçok anlaşma imzaladı. Şu anda Çin enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü bu ülkeden karşılarken, Suudi petrolünün önemli bir bölümü de Çin’de rafine ediliyor ve varlıkları bakımından dünya 1 numarası Suudi enerji şirketi Aramco’nun Çin’de milyarlarca dolarlık yatırımı bulunuyor. Bu tekel Çin’in kuzeydoğusundaki ortak enerji yatırımını tamamladı ve özel sermayeli bir petrokimya grubunun hisselerinin önemli bir bölümünü satın aldı. İki ülkenin gelişen ilişkilerin bir sonucu, Ukrayna Savaşının ardından petrol üretimini artırmasını talep eden Biden’ın isteğine uymayan Suudi yönetiminin Rusya ile anlaşarak üretimi kısması oldu. Suudilerin İran’la yakınlaşması olan ikincisi, Ortadoğu’ya ilişkin Amerikan hesaplarını sabote etme potansiyeli taşıyor. Bu yılın Mart’ında Suudi Arabistan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) “diyalog ortağı” olarak katılmasıysa üçüncüsü olarak sayılabilir.

ABD ile ilişkilerinin düzeyi ve bölgede bu ülkenin başlıca dayanaklarından olduğu bilinen Suudiler örneği, ABD’nin gerileyişinin yanı sıra, Çin’in “yumuşak güç” denen mali ve iktisadi gücünü siyasal güce tahvil ederek, askeri müdahale ve savaşlara başvurmadan dünyada etkisini artırması ve giderek ABD’nin aleyhine hegemonya alanlarını genişletmesinin bugünkü başlıca yöntemini belirtiyor.

15. Yine de Suudilerin eksen değiştirerek Çin-Rusya eksenine katıldığını söylemek aşırı bir değerlendirme olur. Gerçekleşen ve tek örneği Suudiler olmayan olgu, daha çok, “bölgesel güçler” durumundaki Suudi Arabistan, Türkiye, Güney Afrika, Hindistan ve Brezilya gibi sermaye birikimi ya da askeri vb. açılardan küçümsenemeyecek öneme sahip az çok büyük ya da orta boy kapitalist ülkelerin emperyalistler arasındaki çelişki ve sürtüşmelerin sertleştiği koşullarda genişleyen manevra alanlarında, bu çelişme ve sürtüşmelerden kendi “özel çıkarları”nı daha ileriden elde etmek üzere yararlanmaya çalışmalarıdır. Bu kapsamda Suudiler, sadece Çin ve Rusya ile ilişkilerini geliştirip İran’la barışarak dünya ve bölgedeki çıkarları açısından gerekli adımları atmakla kalmıyor, ama öte yandan Çin’in ve “Kuşak-Yol Girişimi”nin önünü kesmeye yönelik olarak ABD ve Avrupalı emperyalistlerin gündeme taşıdığı Hindistan’dan başlayarak Suudi Arabistan, İsrail, Kıbrıs, Yunanistan üzerinden Almanya’ya ulaşacak “Yeni Ekonomik Koridor”un da başlıca katılımcı ve yatırımcıları arasında yer alıyor. Aynı şekilde Türkiye de, Rusya ve ABD arasındaki çelişkilere oynayarak Suriye, Irak ve Libya’da payına düştüğü kadarıyla yayılma peşinde. Belli başlı emperyalistler arasındaki çatışmanın derinleşmesine paralel olarak belirli ülkeler, kendi “özel çıkarlarını gerçekleştirebilme” açısından eskisinden daha “serbest” ya da denebilirse daha “bağımsız” hareket etme olanağı elde ettiler ve bunun eksen değiştirmekle değil, daha çok bu ülkeler bakımından eksenlerin esnekleşmesiyle ilgisi kurulabilir.

16. Çin’e dönersek, Eylül 2021’de Xi Jinping, BM’deki konuşmasında bir “Küresel Kalkınma Girişimi” (KKG) kurulmasını önererek Çin’in “dünyanın dostu” görüntüsünü pekiştirmeye çalıştı. Yoksulluğun azaltılmasını, gıda güvenliğini, kalkınma için finansmanı vb. gündem edindiğini iddiasındaki Girişim, BM’nin 2030 “sürdürülebilir kalkınma” hedeflerini gerçekleştirmesinin aracı olacaktı. Çin propagandası, kalkınmakta olan ülkelere desteğin IMF gibi kurumlardan değil, Çin’den gelmesinin halkların yararına olduğunu yayıyor! Girişim etkisiz olmadı; BM Genel Sekreteriyle 100’den fazla ülke ve uluslararası kuruluş desteğini ifade etti, BM KKG Dostları Grubuna Ekim 2022 itibarıyla 68 ülke katıldı.

Bir diğer Çin yöntemi, “Kuşak-Yol Girişimi” kapsamında açtığı kredi, verdiği borçlar ve yaptığı yatırımlar. Çin ilk yıllarda projenin altyapısı için 200 milyar dolar harcama yaptı. 2027’ye kadar proje maliyetinin 1.3 trilyonu aşacağı tahmin ediliyor. “İyi niyeti”ni kanıtlamaya yönelik olarak, IMF ile görüşmeleri tıkanan, ödemeler dengesi iyice bozulmuş olan Pakistan’ın $2 milyarlık kredisinin vadesini uzatarak temerrüde düşmesini önleyen Çin’in bu tür hamleleri, dağıttığı borç ve kredilerin ABD ve IMF’nin mali ve ekonomik baskıları karşısında halklar tarafından “dostluk eli” ve “yardımlar” olarak algılanmasına katkıda bulunarak, yayılmasını kolaylaştırıyor.

Çin son 20 yıl içinde görece geri ve bağımlı 22 ülkeye 240 milyar dolar tutarında kredi sağladı. Bu rakam başka ülkelere verdikleriyle birlikte büyüyor.

Çin, verdiği borç ve kredilerin siyasal koşulları olmadığını ve bunlarla siyasal amaçlar gütmediğini iddia etse de bu, eşyanın tabiatına aykırı. Doğal ki, borçlanan ülkeler Çin’in eline bakar hale geliyor. Üstelik IMF kredileri genellikle 1.5-2.5%’lik faizlerle verilirken, Çin kredilerinin ortalama faiz oranı 3-5% aralığında.

Çin; daha 2018’de, ihraç sermaye stokunda Asya’da 1.252 milyar dolarla büyük farkla birinciydi. Afrika’ya sermaye ihracında 2012’den itibaren ABD’yi geçti, mal ihracındaysa 2008’den beri öndeydi. Ve asıl, bu kıtada hükümetleri 200 milyar dolara yakın borçlandırarak bağımlılık yaratmaya yöneldi. Bu ülkenin dış yatırımları ve ihracatı içinde L. Amerika’nın payı 20%’ler dolayında. Bir IMF çalışmasına göre, off-shore yatırımları da katıldığında, kıtadaki dış sermaye stok dağılımında Çin 1. sırada.

Bir yandan “yumuşak güç” kullanarak ekonomik ve siyasal yayılmasını hızlandıran Çin, öte yandan bir hesaplaşmanın kaçınılmazlığını da bildiğinden, harcamalarını artırarak giderek daha yoğun silahlanıyor.

17. ABD, atak halinde ve rakiplerini çatışmaya zorlama pozisyonunda olmasına karşın, başlıca rakibi genç Çin emperyalizmi karşısında güç yitirme ve gerileme sürecinde. Çin ise yükselişte ve yeni etki ve hegemonya alanları talep etmekle kalmayıp bu alanları ele geçiriyor. Nükleer silah yığınağı ve dünyaya yayılmış askeri varlığının yanında çip üretiminde olduğu gibi, ABD hala bazı üstünlüklere sahip, ancak zaman aleyhine işliyor.

18. ABD’nin hala tüm yaklaşım ve politikalarını dayatma olanağına sahip bir güç olarak dünyanın tek “patronu” olduğu ve onunla mücadele yeteneğine ve şansına sahip olmayan diğer tüm emperyalist ülkelerin bu patronaja boyun eğdiği “tek kutuplu bir dünya”da yaşandığına ilişkin görüşler gerçeği yansıtmıyor. Dünya yıllardır “çok kutuplu” ve bu, hala pek çok konuda kendisini dayatmasına karşın ABD’nin her istediğini elde edebilmek bir yana hemen her konuda karşısına rakiplerinin dikilmesiyle kanıtlı. ABD olağan yöntemlerle koruyamadığı hegemonik pozisyonunu sürdürmenin yolunu şimdilik Rusya’yla savaşta arıyor; ancak Çin L. Amerika dahil her kıtada tüm engelleme çabalarına rağmen ABD aleyhine hegemonya alanlarını genişletiyor, Rusya elindekileri koruyup yenilerini elde etmek için savaştan kaçınmıyor. Önceki dönemde NATO şemsiyesiyle yetinen Avrupalı emperyalistler ise, bir yandan NATO ortağı olarak ABD ile yakın işbirliği yapıyor, ancak bir yandan da kendi bağımsız çıkarlarını güdüyor ve ekonomik ve siyasal birliklerinin askeri dayanağı olarak kendi ayrı Avrupa ordularını kuruyor.

19. Reformist yaklaşımlarla kimilerinin Rusya ve Çin’i de dahil ederek “yükselen ülkeler” ya da “özerk kalkınma alternatifi” olarak kategorileştirmeye çalıştığı BRİCS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ülkeleri de bu çerçevede hesaba katılmalıdır.

Bırakalım Rusya, Çin, Fransa, Almanya gibi emperyalist ülkelerin bölüşülmesinden pay talep ederek yayılmakta oldukları dünyayı, Amerikan emperyalizminin tek patron olduğu “tek kutuplu dünya” olmaktan çoktan çıkarmış olmalarını; orta ya da az çok büyük boy emperyalist olmayan ülkeler bile “çok kutuplu” dünyada kendilerine alan açma olanağı bulabilmektedir. BRİCS’in varlığı ve genişlemesi, bir yönüyle bunun, bir yönüyle de özellikle Çin’in geri kalan BRİCS ülkelerini sermaye ihracı ve genel olarak ekonomik yayılmasının bir “atlama tahtası” olarak kullanma eğiliminin kanıtıdır.

2010’da Güney Afrika’nın katılımıyla adı BRICS olan birlik, 2006’da Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin tarafından BRIC adıyla Batı ve özellikle ABD hegemonyasına karşı arayış kapsamında kurulmuştu. Emperyalistler arasında artan gerginliklerin sağladığı ek manevra olanaklarını değerlendirme çabasındaki özellikle büyük ve orta boy ülkelerin elini güçlendiriyor, ancak gerçekte Çin ve Rusya tarafından yönlendiriliyor ve asıl onlara dayanaklık ediyor. Dünya nüfusunun yaklaşık yarısına, toplam dünya gayrı safi hasılasının %26’sını ifade eden 26 trilyon dolarlık bir ekonomik büyüklüğe sahip olan “birlik”, 2014’te, sonradan BAE’nin de katıldığı, “kalkınma” projelerine kredi vererek yayılmalarını kolaylaştıracak $250 milyar sermayeli bir “Kalkınma Bankası” kurdu. Orta boy ülkelere sağladığı olanaklar, otuzdan fazla ülkenin birliğe üyelik talebinde bulunmasına neden oldu.

Geçtiğimiz yaz sonunda Güney Afrika’da toplanan BRICS zirvesi, talepte bulunanlardan Arjantin, Mısır, İran, Etiyopya, Suudi Arabistan ve BAE’ye üyelik daveti yaptı. Yeni üyelikler 1 Ocak 2024’te yürürlüğe girecek ve birlik, orta boy bağımlı ülkelere kendi “özel” çıkarlarını gerçekleştirmede olanaklar sağlarken, gerçekte ABD karşısında Rusya ve özellikle Çin’in elini güçlendirecek ve yeni olanaklar peşindeki ülkeler açısından yeni bağımlılık ilişkileri yaratacak.

20. Emperyalistler arasındaki son kapışmada ise, yaptırımların etkilerinin yanında ülkesindeki savaş karşıtı muhalefet potansiyeli nedeniyle savaşı sürdürmede zorlanan sadece Rusya değil. Ukrayna’da savaşı kışkırtan ve besleyip sürmesinin arkasındaki ana güç olan ABD de zorlanmaya başladı. Henüz ekonomik olarak zorlanmasa bile, Avrupalı emperyalistleri uzun süre peşinde sürüklemesi zor. Üstelik Rusya kadar Ukrayna dolayımıyla ABD ve ortaklarını savaşı sürdürmede zorlayan bir başka neden, karşılıklı can kayıplarıdır. Rusya bugüne kadar 10’dan fazla generaliyle bir o kadar savaş gemisi kaybetti ve paralı asker şirketi Wagner’in isyanıyla yüzleşti. Putin son konuşmalarından birinde Ukrayna’da savaşan 617 bin askerlerinin olduğunu ve geçen yıl orduya 300 bin yeni askerin çağrıldığını söyledi. Oysa Rusya işgale, bu ülkeye yaklaşık 350 bin asker yollayarak başlamıştı. Bir Amerikan gizli istihbarat raporu Rusya’nın asker artırmasının nedenini verdiği kayıplar olarak açıkladı ve kayıp sayısını 315 bin olarak verdi, bu, Rusya’nın başlangıçta Ukrayna’ya yolladığı asker sayısının 90%’ını oluşturuyor. Doğal ki, ABD ve İngiltere ile Avrupa ülkeleri rakipleri Rusya’nın asker kaybını abartılı verirken, Ukrayna’nın asker kayıpları ve savaşı sürdürmede zorlanmaya başlamasını gizliyor. Oysa Ukrayna günde 100’ün üstünde asker kaybı veriyor. Ukrayna hükümeti cepheye asker sevkinde büyük zorluk yaşamaya başladı; asker kaçaklarının büyük rakamlara ulaştı, oğullarını askere göndermemeyi amaçlayan ailelerin yaygınlaşan gösterileriyle uğraşıyor.

21. Gelinen noktada batılı emperyalistler bakımından Ukrayna Savaşı iki yanı keskin bıçağa dönüştü. Savaş, Rusya’yı güçten düşürüyor, bu doğru. Ancak aynı zamanda, bu ülkedeki faaliyetlerine son veren bütün batılı şirketlerin yerini Çin şirketleri, enerji pazarı olarak Avrupa’nın yerini Hindistan’la Çin pazarı aldı. Çin’le dış ticareti $190 milyarla rekor kıran Rusya, bu ticaretin –savaş öncesi 0.5% iken– 16%’sını Yuan’la yapar hale geldi. Bunlar Rusya’yı iyice Çin’e yakınlaşmak zorunda bıraktı. Ancak savaş, halkları yaşamın pahalanmasına karşı ücret artışı için yaygın grev ve gösterilere yönelen ve sanayilerinin ihtiyacı olan ucuz enerjiden de yoksun kalan Avrupalı emperyalistleri aşırı zorluyor, yakılıp yıkılan ve silah sıkıntısı çekmese bile asker sıkıntısı çekmeye başlayan Ukrayna’yı ise savaşı sürdüremez noktaya sıkıştırıyor. H. Kissinger, sonradan fikrini değiştirse de daha geçen yıl savaşın uzamamasını ve Ukrayna’nın toprak bırakmasını da içerecek şekilde sona erdirilmesini talep etmişti.

Rusya’yı açıktan desteklemekten kaçınan ve örneğin BM oylamasında çekimser kalan Çin, Şubatta ateşkes çağrısı yapmış ve bir barış planı açıklamıştı. Zelensky konuyla ilgili olarak Çin’le görüşeceğini söylerken, ABD, planın “Rusya’nın toprak fethinin fiilen onaylanması” anlamına geldiğini açıklamış, ama yüksek sesle karşı propagandaya da girişmemişti. Nisan’da Çin’e giden Brezilya başkanı Lula, Çin’in barış planına destek vererek, “ABDnin savaşı teşvik etmeyi bırakıp barışı konuşmaya hazır olması gerektiğini” söyledi. Uçak ve tank yardımları da almasına karşın gerek yardımların azalması gerekse Ukrayna’nın zorluklarının büyümesine bağlı olarak, Rusya’ya yönelik yaptırımlar hemen sona ermeyecek olsa da savaşın sonlandırılması görüşmelerinin başlaması sürpriz olmaz. Ancak bunun emperyalistler arasında şiddetlenmekte olan çelişki ve mücadelelerin yatışması anlamına gelmeyeceği kesin ve bir başka yer ve bir başka sorun dolayısıyla rakiplerin yeni bir karşı karşıya gelişleri muhtemeldir.

Yoğun propaganda edilen ve gelişmiş silah sevkiyatıyla desteklenen Ukrayna’nın “büyük yaz taarruzu” fiyaskoyla sonuçlandı ve Rusya’ya geri adım attıramadı. Kasım sonunda Brüksel’de düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları toplantısında ise en çok kullanılan sözcükler “pat” durumu ve “savaş yorgunluğu”ydu. Ardından NATO Genel Sekreteri düzenlediği basın toplantısında “işgalciye kayıplar verdirilmesi ve bazı işgal bölgelerinin kurtarılması ve Ukrayna’nın bağımsız bir ülke olarak kalabilmesi”ni kanıt göstererek “Ukrayna’nın zaferi”nden söz etti. Bunlar, savaşta yakılıp yıkılan, doğudaki en önemli sanayi bölgeleri Rusya’nın kontrolüne geçen ve ekonomisi çöküntüye uğrayan, 300 bini aşkın can kaybı yaşayan ve milyonlarca yurttaşını göç veren, üstelik ABD ve AB’ye eskisinden daha çok bağımlı hale gelen Ukrayna’yı tabii ki ikna etmiyor. Ancak kendi geleceğini Ukrayna’nın değil, ABD ve müttefiklerinin belirleyeceği tartışmasız ve Ukrayna, yıkımın yanında NATO ve AB üyeliğiyle yetinmek zorunda kalabilir. Çünkü azalmakta olan desteğin sonu görünüyor: Biden, $60 milyarlık yardımı Senato’dan geçiremedi, Almanya söz verdiği 8 milyar Euroluk yardımın son olduğu mesajını veriyor, İngiltere ise yardımlar konusunda çoktan frene basmıştı.

Ukrayna’nın gerçeği farklı olsa bile, gerçek taraflar durumundaki yardımlarının yük oluşturmaya başladığı ABD ve müttefiklerinin, uğratıldığı askeri kayıplar ve yaptırımlarla Rusya’nın zayıflatılması, bazı bölgelerin geri alınması, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği ve “bağımsızlığını”koruyabilen Ukrayna’nın bir süre sonra NATO ve AB’ye katılacak oluşunu “yeterli bir zafer” sayarak, Kırım’la Ukrayna’nın doğusunu elde etmiş olmayı “yeterli zafer” sayacak Rusya ile savaşı bir anlaşmayla noktalaması olasıdır.

DÜNYA EKONOMİSİNİN GELİŞME SEYRİ

22. Dünya ekonomisi, özellikle Avrupa’daki durgunluğu takiben pandeminin de etkisiyle 2019 sonu ve 2020’nin başlarında girdiği krizin ardından 2021’de toparlanarak hemen bütün göstergeleriyle yükselişe geçti, ancak bu uzun süreli olmadı. 2022, dünya ve birkaçı dışta tutulursa tüm ülke ekonomilerinin gelişmesinin yavaşladığı ve Euro Bölgesi ve Japonya başta olmak üzere birçok ülke ekonomisinin durgunluğa girdiği bir yıl oldu.

23. IMF’nin “Dünya Ekonomik Görünümü” başlıklı Nisan 2023 tarihli Raporu, Ukrayna (-3), Şili (-1), İsveç ve Yemen (-0.5), İngiltere (-0.3) ve Almanya (-0.1) dışında bütün ülkeler ve genel olarak dünyanın gayrı safi ulusal gelirinin artarak ekonomilerinin büyüdüğünü dile getiriyor. Ancak IMF de 2021’de bir önceki yıla göre ulusal gelir artışı bakımından 6.3% olan dünya ekonomisinin büyümesinin 2022’de yavaşlayarak, 3.4%’e düştüğünü kabul ediyor. Gelişmiş ülke ekonomileri açısından daha da belirgin olan büyüme hızındaki yavaşlama 2022’de 2.7%’ye geriliyor. 2023 Nisan’ında ise durum daha iç karartıcı ve büyüme oranı dünyada 2.8’e, gelişmiş ülkelerde ise 1.3’e kadar küçülüyor.

Dünya Bankasının rakamları da fazla farklı değil. Banka, ABD ekonomisinin büyüme hızının –büyük bir azılışla– 2021’deki 5.9%’dan 2022’de 1.9%’a düştüğünü ve 2023’te tahminen 0.5%’ye düşeceğini belirtiyor. Euro bölgesi ise, 5.3’ten 3.3’e düşüyor ve bölgede 2023’de 0.0% büyüme bekleniyor.

Verilerde balonlara neden olan spekülatif işlemlerin de dahil edildiği mali sektörle hizmet sektörü etkinliklerini de kapsadığı için gerçek büyüklükleri tam olarak yansıtmasa da gelişmenin yönünü veren ekonomik büyüme oranları yerine niteleyici göstergeler olarak ticaret hacmi ve sanayi üretiminin büyümesi esas alındığında, tablo daha da olumsuz bir görüntü kazanıyor.

Sanayi ve Ticaret

24. Hollanda Politik Ekonomi Analizleri Bürosu’nun verilerine göre, 2021’de 7.8% olan dünya sanayi üretimi büyüme oranı, üretim hala artmakla birlikte, artış hızı düşerek, 2022’de 3.1%’e geriliyor. Artış oranındaki aynı gerilemeyi, 2021’deki 10.4%’ten, 2022’de genişlemesini sürdürmekle birlikte, yavaşlayan 3.2%’lik artışıyla dünya ticaret hacminin büyüme oranında da görüyoruz. Buna rağmen, negatif büyüme oranlarıyla daralan Rusya ve doğu Avrupa ülkeleriyle İngiltere bir yana, sanayi üretimi, belirli oransal düşüşler gösterse bile, ABD (3.4%), Çin (3.7%), Euro Bölgesi (1.4%), Japonya (0.2%), L. Amerika (2.6%) gibi dünyanın belli başlı ülke ve bölgelerinde hala artıyor.

25. Aynı Büro’nun verileri, 2021’e göre 2022’de gerek dünya sanayi üretimi gerekse ticaret hacminde tanık olunan büyüme oranlarındaki gerilemenin, 2022’nin son iki çeyreği karşılaştırıldığında, negatif büyümeyle daralmaya dönüştüğünü gösteriyor.

Ancak yıllık büyüme oranlarının hala pozitif olmayı sürdürdüğü 2022’nin son çeyreğinde sanayi üretimi ve ticaret hacminde bir önceki çeyreğe göre görülen negatif büyüme devam etmiyor. 2023’ün ilk aylarında dünya sanayi üretiminde hafif bir toparlanma ve belirli bir artış yaşanıyor. Şimdiden söylenebilecek olan, sanayi üretiminin düşük oranlı büyümeler göstermesinin ve büyüme hızının artmayıp azalmaya devam edeceği olabilir ki, IMF tahminleri de bu yönde.

26. Öte yandan, 2023 başında gerek dünyada gerekse belli başlı büyük ekonomilerde sanayi üretiminde görülen hafif toparlanma eğilimine dünya ticaret hacmi açısından tanık olunmuyor. 2022’in son çeyreğinde eksi büyüme gösteren dünya ticaret hacmi bu eğilimini sürdürüyor. Bu, aynı zamanda, 2022’in son çeyreğinden başlayarak dünya sanayi üretimiyle ticaret hacminin gelişme seyri arasındaki makasın açılmakta olduğunu işaret ediyor. Tedarik zincirinde kesinti ve kırılmalara neden olarak dünya doğalgaz ve hububat ticaretini olumsuz etkileyen Ukrayna Savaşı, uluslararası nakliye yollarındaki değişiklikler ve emtia fiyatlarındaki yükselişler, makasın açılmasının etkenleri arasında sayılabilir. Kapitalist dünya pazarının üretimle orantılı bir biçimde büyümemesi, tersine gerisinde kalması ve sanayi üretimiyle ticaret hacminin büyüme oranları arasındaki makasın açılması, dünya ekonomisinde aşırı üretim temelli kriz unsurlarının birikmekte olduğunun belirtisidir.

Tarım

27. Dünyada tarımsal üretim açısından geçen yılla bu yılın karşılaştırılması, yaklaşık olarak sanayi üretiminin artış oranlarına benzer özellikleri işaret ediyor. Son yıllarda iklim değişikliği ve buna bağlı doğal afetlerle kuraklığın yanı sıra 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı da tarımsal üretimi etkilediği gibi, tarımsal ürün ticareti üzerinde de etkide bulundu. Üç belli başlı besin ana maddesi olan buğday, mısır ve pirinç üretimi esas alınırsa, bunlardan artan buğday üretimi bir yana, diğer ikisinde üretim düşüşleri yaşandı.

Buğdayda 2021/22’nin 780,3 milyon tonluk üretimi dünyanın –bu yıl– yaklaşık 794 milyon ton olan tüketimini karşılayamaz ve stoklara başvurulurken, 8 milyonluk bir artışla, 2022/23’te 788,3 milyon tonluk üretime ulaşıldı ve eksik yine stoktan karşılandı. Mısır üretiminde ise ciddi bir düşüş yaşandı ve üretim 2021/22’deki 1.217,3 milyondan, 2022/23’te tüketim karşılanamayarak, 1.150,2 milyon tona geriledi. Benzer bir durumla dünya pirinç üretiminde karşılaşıldı ve 2021/22’de tüketim için yeterli olmayan 513,9 milyon tondan 2022/23’te tüketime hiç yetmeyen 508,4 milyon tonluk üretime gerilendi. Bu yıllarda yağ, peynir, süt, büyük baş hayvan ve piliç eti üretimi çok küçük artışlarla hemen hemen aynı kalırken, 80 milyonluk nüfus artışı hesaba katıldığında bütün bu alanlarda tüketime yönelik toplam ihtiyacın daha yüksek olduğu söylenebilir.[1]

28. 2021/22’den 2022/23’e buğdayda dünya ticaret hacminde artış olurken, mısırda 20 milyon tonluk, pirinçte ise 1.9 milyon tonluk azalış gerçekleşti. Ancak son beş yıldır pirinçte 110 milyon tonunu, diğerlerinde yaklaşık yarısını Çin’in elinde tuttuğu toplam dünya stokları, buğdayda 260 milyon, pirinçte 140 milyon, mısırda 313 milyon tonu bulmaktadır. Dünya pirinç fiyatları 2022 Eylül’ünden başlayarak hızlı olmasa bile artma eğilimindeyken, buğday ve mısır fiyatları küçük dalgalanmalarla düşmektedir. Şimdilik, ikisinde fiyatların da düştüğü üç temel üründe tüketim için birkaç milyon ton eldeki stoklardan karşılanabilmektedir ve henüz bazılarınca alarmı verilen bir “gıda krizi” kapıda değildir.

29. Sonuç olarak, 2022’yi iyi geçirmeyen dünya kapitalist ekonomisinde henüz bir toparlanma ve canlanmadan söz edilemez; dünyada sanayi, tarım ve ticaretin gelişmesinde inişli çıkışlı bir süreç yaşanmaya devam ediyor.

Yüksek Enflasyon Oranları

30. Dünya son birkaç yıldır yüksek enflasyon oranlarıyla yüzleşiyor. 2022 yazından itibaren oranlar giderek yükseldi ve birçok ülkede iki haneli rakamlara ulaştı. Kapitalistlerce genellikle Ukrayna Savaşına yorulan enflasyon ya da alım gücü düşen paranın değer kaybı artışı, enerji ve meta fiyatlarındaki aşırı yükselişle birlikte, gerçekte, ucuz para/sıfır faiz politikasının sürdürülemez hale gelmesiyle dolaşımdaki paranın “fazlalaşması” ve en gelişmişleri de dahil kapitalist ülkelerin artan devlet borçlanmalarının yanı sıra pandemide tekelleri desteklemek üzere karşılıksız para basmaya yönelmelerindeki hızlı artışla mayalandı. Hala hemen tüm kapitalist ülke piyasalarında yeni basılmış gıcır banknotlar dolaşımda. Pandeminin ardından 2021’de kapitalist ülke ekonomilerinde yaşanan canlanmanın artışını baskıladığı enflasyon oranları, ekonomide tıkanmaların görünmeye başlamasıyla birlikte, karşı etkisiyle bu tıkanmaları çoğaltıp büyüterek, bütün ülkeleri kıskacına aldı. Arjantin ve Türkiye gibi yüksek enflasyon oranlarıyla yaşayagelmiş ülkeler bir yana, ABD ve Euro bölgesinin görece istikrarlı ülkelerinde de yüksek yıllık oranlar görüldü.

31. 2023 Mart’ında, enflasyon oranında geçen yıl sonuna göre belirli düşüşler yaşanmakla birlikte hala görece yüksek oranlar sona ermiş ve etkileri ortadan kalkmış değil. Şimdilik enflasyonun artış hızı yavaşlamış durumda. G20 ülkelerine bir göz atışla durum şöyle: En düşük yıllık oran, Şubat’taki 1%’den Mart’ta 0.7%’ye inen Çin’de. Hemen tüm ülkelerde, oran, binde birkaç puanlık azalışlarla düşüşte. Japonya’da 3.2, Brezilya’da 4.6, ABD’de 5, Hindistan’da 5.6, Fransa’da 5.7, Almanya’da 7.4 ve toplam Euro bölgesinde 6.9, İngiltere’de 10.1.

32. Yüksek enflasyon oranlarının oluşturduğu yüklerin bir bölümü gelişmiş kapitalist emperyalist ülkeler tarafından kendi işçilerinin sırtına yıkılırken, önemli bir bölümü de dünya halklarının sırtına yıkılmak üzere, yabancı yatırımlar, “know-how”lar, dış borçlar, kredi ve dış ticaret açıkları yoluyla bağımlı ülkelere aktarılıyor. Bu yük aktarımı, –ardından bütün gelişmiş ülkelerin de para birimlerini dalgalanmaya bıraktığı– ABD’nin Bretton Woods Antlaşmasından çekilmesiyle uluslararası para birimi olarak dayatılmış doların altın karşılığının kaldırılarak fiyatının dalgalanmaya terk edildiği 1971’den itibaren artarak sürüyor.

Çarklar borçla dönüyor!

33. Pandemi borçlanma eğilimini kamçıladı; bu doğru, ancak borçlanma, özellikle devletlerin borçlanmaya giderek sık sık devlet tahvili ve hazine bonoları çıkarması kapitalizmin olağan bir eğilimi ve gelir transferiyle yüklerin emeğiyle geçinen yoksulların sırtına yıkılmasının bir aracı. Ancak son yıllarda devlet (ve özel) borçlarının arttığı da bir gerçek.

Kapitalist devletler, hele ekonomik ve mali sıkıntılar arttığında, başta tekeller olmak üzere çeşitli türden teşvik, vergi indirim ve kolaylıkları vb. yollarla sermayeyi desteklemek ve kesintiler yapmış olsalar bile devlet yatırım ve harcamalarını finanse etmek üzere borçlanmaktan kaçınmadı. Kapitalizmin çarklarındaki belirli tıkanıklıklar kadar enflasyon artışının oluşturduğu yeni yükler de faiz artışı türünden başka “önlemler”in yanı sıra devlet borçlanmasının artışını getirdi.

Görece geri ve bağımlı devletler, bunlara ek olarak, ticaret ve faiz-dışı fazla açıklarını kapatma, paralarının değer kaybını karşılama ve özellikle kapitalistlerinin üstesinden gelemeyeceği büyüklükteki altyapı yatırımlarını finanse etme gibi nedenlerle de borçlandı. Ekonominin göreli geriliği ve derin yolsuzlukların borçlanma ihtiyacını büyüttüğü bağımlı ülkeler açısından başlıca sorun ise, Arjantin ve Pakistan örneklerinde olduğu gibi, gerek emperyalist devletler ve IMF gibi mali kuruluşlar gerekse bankalar ve “Londra tefecileri” türünden finansal yatırım şirketlerince dayatılan belirli ekonomik ve siyasal koşullar karşılığı borçlanabilmeleri ve ülkenin içinde bulunduğu zorluklar büyüdükçe borç faizlerinin yükselmesi oldu.

Son yıl içinde de devlet borçlarının büyük ölçeklerle yükselişine tanık olduk. Bugün artık çok sayıda kapitalist ülke GSYİH’larını aşan oranlarla borçlu ve en yüksek borçlanma düzeyleriyse güçlü ekonomilere sahip emperyalist ülkelerin.

2022 Aralık itibarıyla GSYİH’nın yüzdesi olarak; Japonya (%258), Yunanistan (%166), Sudan (%151), İtalya (%140), ABD (%122), Portekiz (%112), Fransa (%111), İspanya (%110.5), Belçika (%106), İngiltere (%106), Hindistan (%93), Brezilya (%88), Mısır (%87), Çin (%82.4), Bolivya (%82), Tunus (%80), Arjantin (%76), Macaristan (%73), Almanya (%67), Malezya (%67), Kenya (%67), Meksika (%55), Rusya (%24.9) borçlu ülke örnekleri.[2] Borç miktarları açısından en çok borcu olan ülkeler sıralamasıysa 2022 itibarıyla trilyon dolar olarak şöyle: ABD 24.5, İngiltere 8.7, Fransa 7, Almanya 6.5, Japonya 4.4, Çin 2.6.

Devletler, şirketler ve kişilerin tümünün borçlanmaları hesaba katıldığında borçlanmanın kapitalizmin olmazsa olmazı olduğu tartışmasız ve küresel borç tutarı da artışta. Institute of Foreign Finance’a göre, 2023’ün ilk çeyreğinde dünyada devletler, şirketler ve bireylerin toplam borç stoku 8,3 trilyon dolar artarak, 305 trilyon dolara ulaştı. Bu toplamın 161.7 trilyonu şirketlerin (%53), 85.7 trilyonu devletlerin (%28) ve 57.6 trilyonuysa bireylerin (%19). Covid öncesine göre toplam borç artışı ise 45 trilyon dolar.[3]

Faiz Artışları ve Sıkı Para Politikası

34. Artık ezbere uygulanan önlemler kategorisindendir; enflasyon karşısında Merkez Bankaları faizleri yükseltir ve hükümetler para politikalarını sıkılaştırır, devlet harcamalarını kısar ve kesintilere gider. IMF’nin enflasyonla yüzleşen tüm ülkelere önerisi/dayatması da budur.

2021 sonunda merkez bankaları faiz oranlarını artırmaya başladı ve bunu sık sık tekrarladılar. En yüksek faiz 2022 Eylül’ünde 75% ile Arjantin’deydi, bu ülkede yıllık enflasyonun bu yıl Mart’ta 100%’ü aşmasının ardından 81%’e yükseltildi ve 2 bin pesoluk yeni banknot basılması gündemde. Mart’ta sırasıyla en yüksek faiz oranları Brezilya (13.75) ve Meksika’da (11.25).

İngiltere Bankası, 2022 Aralık’ında 3.5%’a yükselttiği faizleri 2023 Şubat’ında 4%’e, Mart’ta 4.25%’e yükseltti, faiz oranı Aralık’ta ise 5.25%. ABD merkez bankası FED, son bir yılda 4.75% artırdığı faiz oranını 2023 Mayıs’ında 5-5.25% aralığına yükseltti, oran Aralık’ta ise 5.25-5.50%. Mayıs’ta faizler Rusya’da 7.5%, Hindistan’da 6.5% ve Çin’de 3.65%’ti. Çin’de faiz oranı önce 3.55%’e, Ağustos’ta 3.45% düşürüldü ve Aralık’ta bu oran korunuyor. Hindistan’da Şubat’tan Aralık’a aynı oran geçerli kalırken, Rusya’da faizler iki kattan fazla artarak Aralık’ta 16% oldu. Euro Bölgesinde ise, Avrupa Merkez Bankası, daha önce 3 ve sonra 3.5 olan oranı 3.75%’e yükseltti, oran Eylül’den Aralık’a 4.5%.[4]

Faiz artırımlarına para politikalarının sıkılaştırılması ve kamusal hizmetlerde kesintiler eşlik ediyor.

35. Merkez Bankalarının faiz artırımlarını bütün bankalar izledi ve kredi faizleri arttı. Doğrudan bir sonuç, mortgage kredi faizlerinin artması oldu. Konut fiyatları önce yüksek oranda arttı, giderek yavaşladı; 2022 sonunda zirve yaptıktan sonra düşüşe geçti. Yüksek mortgage faizleri konut satışlarının düşmesine neden olurken, kiralarda yüksek artışlar görüldü. Faiz artışları piyasaları durgunlaştırıcı etkide bulundu.

36. Faiz artışları bankaları kredi satışlarını azaltarak olumsuz etkiler ve kârlarını düşürücü etkide bulunurken, bir diğer önemli olumsuz etkisi, başta Amerikan hazine tahvilleri olmak üzere, kasalarına doldurmuş oldukları devlet tahvillerinin faizler yükseldikçe değer kaybetmesi oldu.

Merkez Bankaları başlıca yüksek enflasyonla mücadele ve ülkelerine sermaye girişini artırmayı amaçlayarak faiz oranlarını yükseltti, ancak büyük miktarlarda nakit para sahibi olan kapitalistler, aynı zamanda, faiz oranlarının dönem dönem yükselip alçalmasını bir büyüme ve zenginleşme yöntemi olarak değerlendirdi. Büyük miktarlarda para işlem gördüğünde faiz oranlarındaki küçük oynamalar bile vurgunculara büyük gelirler sağlıyor. Örneğin “bütün zamanların en başarılı yatırımcısı” olarak tanınan Berkshire Hathaway’in CEO’su Warren Buffet 2020-2023 arası dönemde sadece faiz oranlarına “oynayarak” $157 milyar kazandı.

Faiz Artışları Bankaları Vurdu

37. Finans sektöründe ilk sorun, 2022 Kasım’ında Kripto Para borsasında ortaya çıktı. Sektörün 32 milyar dolar değerindeki ikinci büyük borsası olan FTX kripto paralarının değeri hızla düşüşe geçerken, müşterileri paralarını çekmeye başladı. Ödemeler sorunu aşılamayıp satış da gerçekleşemeyince iflas kaçınılmaz oldu. Kripto paranın tamamen güvensiz vurguncu niteliğini bir kez daha gösteren iflas, FTX’in hesapsız vurgunculuğu ve FED’in faiz artırımlarının bir sonucu.

Aralık 2022’de, İngiltere hükümeti bankacılık sektöründe büyük değişiklikler yapmaya hazırlandığını duyurdu. Nedeni, Londra’nın Brexit sonrasında “Avrupa’nın finans merkezi” olma konumunu yitirmeye başlaması. Öte yandan AB de benzeri bir “reform” hazırlığı içinde.

38. Bu yıl Mart başında ise, ABD’de 16. büyük bankası Silicon Valley Bank (SVB), uluslararası bankacılık sistemi üzerinde sarsıcı etkilerde bulunarak iflasa sürüklendi. Aralık 2022 itibariyle toplam varlıkları 209 milyar, toplam mevduatı ise 175,4 milyar dolar olan SVP’nin batışına yol açan, MB’larının faiz artırımıydı. Faiz artışları, düşük faizle çok miktarda ABD devlet tahvili satın almış olan bankanın elindeki tahvillerin piyasa değerini düşürdü. Faizler yükseldikçe, sabit gelirli ve uzun vadeli devlet tahvillerinden elde edilen gelirler, daha kısa vadeli spekülatif yatırımlardan elde edilen gelirlerin altına düştü. Para sahipleri daha kısa vadeli ama daha yüksek faizli krediler için borç para vermeye yöneldi ve yatırımcı/mevduat sahipleri SVB’den mevduatlarını çekmeye başladı. Banka, nakit ihtiyacını karşılamak için mecbur kaldığı değerleri düşmüş tahvillerin satışında oluşan 2 milyar 250 milyon dolarlık açığını kapatamadı ve battı.

Uzun vadeli Hazine tahvillerinden elde edilen gelirlerin düşmesine neden olan faiz artışları, “sabit gelir getiren” diğer tahviller üzerinde de aynı etkide bulundu. Toplamı yaklaşık 2.2 trilyon doları bulan tahvilin düşen piyasa değerleri ekonomiyi ve birçok bankayı istikrarsızlaştırdı. Sabit gelirli12 trilyon dolarlık ipoteğe dayalı menkul kıymetler ve 10 trilyon dolarlık şirket tahvilleri piyasalarında da büyük değer kayıpları yaşandı ve bu da, kasalarında sabit gelirli menkul kıymetler bulunduran bankaları istikrarsızlaştırıcı önemli bir nedendi.

İki gün sonra, daha çok kripto para üzerinde yoğunlaşan Signature Bank benzer biçimde iflasa sürüklendi ve Federal Mevduat Sigorta Kurumu (FDIC) tarafından kapatıldı. Ardından bir hafta içinde hisseleri 70% değer kaybeden ve iflasından endişe edilen Kaliforniya merkezli First Republic’ın kurtarılması için 11 ABD bankası, 30 milyarlık nakit desteği sağladı. Nisan başında, “kurtarıcılar”dan JP Morgan Chase, 2008 türü bir kriz beklemediğini, ama “bankacılık krizinin henüz tam olarak sona ermediğini” söylemekteydi. Gerçekte, endişe, üçüncü bankanın da çökmesiyle bankacılık sisteminin ciddi biçimde sarsılacak olmasıydı ve hükümetin de yardımıyla Amerikan bankaları sistemi kurtarmaya koştu. (Bunlar yetmeyince, banka Mayıs’ta JP Morgan Chase tarafından satın alındı.)

Bu amaçla, öncelikle SVP’nin ıskontolarıyla birlikte 88.5 milyar dolarlık varlığı yine Kaliforniya merkezli First Citizens Bank tarafından uygun koşullarla satın alındı.

39. Yine de iflasların dünya ölçeğindeki etkilerinin önüne geçilemedi. Önce SVB’nin İngiltere şirketi HSBC tarafından 1 pounda satın alınarak kurtarıldı. Daha önemlisi, İsviçre “bankacılık sisteminin zayıf halkası” olarak görülen dev Credit Suisse hisselerinin kısa sürede 24% düşmesi ve İsviçre Merkez Bankası’nın sağladığı 54 milyarlık desteğe rağmen toparlanamayışı oldu. Sonunda banka, hükümetin risk desteği ve MB’nın 110 milyarlık likidite sağlama sözüyle, rakibi UBS tarafından satın alındı. Ancak bu, ne yılın ilk çeyreğinde kasalarından 69 milyar dolarlık çıkış olan Credit Suisse hisselerinin 62% azalışla satış fiyatının da altına düşmesini, ne de UBS hisselerinin satın alma sonrasında 8.8% değer kaybetmesini engelleyebildi. Bununla kalmadı, Avrupa’nın 600 büyük şirketinin yer aldığı Stoxx 600’ün bankacılık indeksi 3.4% düşerek, bu yılın tüm yükselişini sıfırladı.

İflas ve satın alınma yoluyla kurtarmaların etkisiyle ABD ve İngiltere hisse indeksleriyle Avrupa borsaları önemli düşüşler yaşarken, Fransız bankası Societe Generale SA 12%, BNP Paribas 10%, Alman Deutsche Bank 8%, İngiliz Barclays 8% ile hisselerinde kayıplara uğradı. İspanyol Santander ve Alman Commerzbank hisselerindeki düşüş ise 10%’ları buldu.

40. Bankacılık sistemindeki sarsıntı ve hisse değerlerinde yaşanan kayıplar üzerine, finans piyasalarına güven aşılama amacıyla, ABD, İngiltere, Japonya, Kanada, Avrupa ve İsviçre Merkez Bankaları koordineli halde, Amerikan doları akışını artırma kararı aldı. Ancak bütün önlemlere rağmen, sanayi ve tarım üretimiyle ticaret hacmi büyüme oranlarının düşmesinin finans sektörüne de yansıdığı ve bu sektörün sorunlarıyla da birleşerek dünya kapitalizmini küçümsenmeyecek ölçüde olumsuz etkilediği ortada.

41. Kapitalist dünya, kendi hükümetlerinin sıfır faiz politikası izledikleri dönemin sonuçlarıyla yüzleşiyor. Sıfır faiz ve dolayısıyla ucuz para döneminde çok sayıda banka ve şirket devlet tahvilleri aldı ya da kendi şirket tahvillerini piyasaya sürdü. Apple ve benzeri nakit sıkıntısı olmayan şirketler bile sıfır faizli ucuz para kullanarak borçlandı. Şimdi ise, birçok şirket ve banka o dönemde kolayca karşılanabilir olan bu tahvillerin değer kaybı ve borçlarının yükselen faizleriyle yüz yüze. Şüphesiz ki iç içe olan üretken ve finansal sektörler arasındaki oransızlıklar önceden aşılabiliyorken, sonunda sorun oldu.

2022 ve ilk üç ayıyla 2023 gösteriyor ki, giderek tökezlemeleri artmakta olan uluslararası kapitalizm yalnızca en büyük metropolleri de kapsayarak enflasyonun kontrolden çıkması, fiyat artışları ve gerçek ücretlerin düşmesi nedeniyle emekçileri yoksullaştırmak ve yaşamlarını çekilmez hale getirmekle kalmıyor. Artı-değer sömürüsüne dayanan, rekabet ve kârı yasa bilen kapitalizm, aynı zamanda, ABD ve İsviçre’de belirli mali sermaye grupları ve bankaların çöküntüye uğrayıp iflaslarıyla yoluna devam edebiliyor.

42. Enflasyonu kontrol altına alma, ülkeye daha fazla sermaye çekme vb. nedenlerle faizlerin yükseltilmesi, kredileri pahalandırıp yatırımlarla üretimin ve genel olarak ekonominin büyümesini olumsuz yönde etkiliyor; yeni sorunlarla açmazlara neden oluyor ve mevcutları ağırlaştırıyor. Bu olumsuz gelişmelere bağlı olarak, kapitalist çevrelerde faizlerin yükseltilmesinin daha ne kadar süreceği tartışması başladı ve hatta giderek ekonominin canlanması için faizlerin indirilmesi gerektiği yönünde görüşler gündeme getirildi. Burjuvazi para politikaları ve bunun bir unsuru olarak faiz oranlarıyla oynayarak sistemin açmazlarını aşmaya çalışıyor, ancak bu ne sorunsuz ne de kolay oluyor.

Yüksek Meta Fiyatları ve Yaşamın Pahalanması

43. Enflasyon oranının artışıyla üretim sektörleri arasındaki dengesizliklerin yanı sıra tekellerin dayatmaları ve arzla talep oynamaları nedeniyle görece dalgalanan meta fiyatlarında ciddi artışlar yaşandı. Üstelik, üretimin girdisi durumundaki hammadde ve özellikle enerji fiyatlarında geçen yıl yaşanan artışlar, enflasyon oranındaki yükseliş öncesinde ve bu yükselişin de bir etkeni olarak, yüksek teknoloji ürünleri de içinde olmak üzere ağır ve tarıma dayalı olanlarını da kapsayarak tüm hafif sanayi ürünlerinin fiyatlarında yükselişe neden olmuştu. Enerji ve hammadde fiyatlarındaki artışın ise, ABD-Çin ticaret savaşları dolayısıyla uluslararası nakliyat yollarındaki değişikliklerin maliyetleri yükseltmesi ve bu değişiklerin tedarik zincirlerinde tıkanıklıklara neden olmasının yanında, pandeminin ardından 2021’de tüm ülkelerde canlanan sanayinin enerji ihtiyacının artışı ve enerji üreten ülkelerin üretimi artırmayarak fiyatların yükselmesinden kazanç sağlamaya yönelmeleri, Ukrayna Savaşının Rus gazının devre dışı kalmasını ve nakliye yollarının değişmesini de zorlayarak hem tarım hem de enerji fiyatlarının yükselişini doğrudan etkilemesi türünden çok sayıda nedeni bulunuyor.

44. Bunun anlamı, enflasyonun zorunlu tüketim maddeleri ve özellikle gıda ürünleri fiyatlarındaki yansımasının daha yüksek oranda gerçekleşmesi oldu. Halkın tüketmeden edemeyeceği gıda ürünleri, istisnasız bütün kapitalist ülkelerde bu yıl enflasyon oranının üzerinde pahalandı. Çin’de örneğin, gıda maddeleri fiyat artışı, Mart 2023’te aylık enflasyon oranı olan 0.7’nin çok üzerinde, 2.4% olarak gerçekleşti. ABD’de Mart 2023’te enflasyon oranı yıllık 5%, gıda ürünlerinde fiyat artışı ise 8.5% oldu. Almanya’da fark, gıda ürünleri aleyhine çok daha büyük: Mart’ta enflasyon oranı yıllık 7.4%, gıda ürünlerindeki pahalanma 21.2%. Fransa’da durum benzer: Mart’ta enflasyon artışı 5.7%, ama gıda ürünleri fiyatlarının artışı 15.9%. İngiltere istisna değil. Enflasyon oranı Mart’ta 10.1%, gıdada fiyat artışı ise yaklaşık iki katı: 19.1%.[5]

45. Öte yandan, genel bir eğilim olan dalgalanmanın yanı sıra, yalnızca enerji ve gıda ürünlerinde değil, bir bölümünde yükselişler olsa bile çoğu hammadde ve üründe fiyat artış hızında yavaşlama görülüyor, hatta enerji örneğinde olduğu gibi bu yavaşlama ciddi oranlarda. BM Gıda Örgütü FAO’nun Gıda Fiyat Endeksi, 2023 Mart’ı itibariyle bir yıldır geriliyor. Dünya tahıl fiyatları, ihracatçılar arasındaki rekabet nedeniyle bu yıl Mart’ta 5.6% düşerken buğday fiyatı ise 7.1% azaldı.[6]

Sürekli dalgalanma halinde olan (2011’de $111.26, 2016’da $43.67, 2018’de $71.34) Brent ham petrol ortalama varil fiyatı, 2020’de 40 dolarlara düşmüştü. 2022’de $100.93 ile yeniden zirve yapan, 2023 Nisan sonunda ise $77.5’a düşen ham petrol varil fiyatı, önceki Nisan’a göre 24% ucuzlamış durumda.[7]

Yenisine sabotaj düzenlenen NortStream istasyonlarının kullanım dışı kalmasına, Avrupa’nın Rus doğalgazı alımını önemli ölçüde azaltarak sonunda durdurmasına ve gaz pazarının dalgalanarak önceleri fiyatların yükselmesine karşın, 2022 Aralık’ında zirve yapmış olan doğalgaz fiyatı Nisan 2023’te ciddi olarak düştü. Elektrik fiyatları da, aynı dönemde, Fransa’da 15.6%, İtalya’da 40%, İngiltere’de 41.4%, Almanya’da 48% ucuzladı. Ancak enerji fiyatları hala 2020 ve ‘21 rakamlarının çok üzerinde.

Benzer düşüşler çok sayıda üründe görülüyor.

46. Ancak bazı ürünlerde hala yükselen ürün fiyatlardaki gerilemeler halklara doğrudan yansımıyor. Tahıl fiyatlarındaki düşüş bile, ithalatçı, sanayici, kreditör banka ve nakliye faiz ve kârları nedeniyle, ekmek ve diğer gıda ürünlerinin fiyatlarına azalan oranlarla yansıyor. İkinci olarak, düşmesine karşın fiyatlar özellikle gıda maddelerinde hala yüksek ve genellikle artıyor, ama eski hızıyla artmıyor. Zincir marketlerde fiyatı mutlak olarak düşen ürüne rastlama olanağı yok. Üçüncü olarak, istisnalar dışında ürün fiyatları hala mutlak olarak örneğin 2020 ve ‘21 fiyatlarının misliyle üzerinde. Bu, örneğin düşen enerji fiyatları açısından geçerli. Petrol istasyonlarında benzinle mazot litre fiyatıyla ısınmada doğalgaz giderlerinde son iki yıllık baş döndürücü yükselişe göre bir düşüş var; ancak fiyatların tırmanması öncesindeki “olağan günlere” göre arabaların depoları hala çok daha pahalıya doluyor, ısınma ise hala ciddi ölçülerle pahalı. Ve asıl önemlisi, ücret ve sair gelirlerinin düşüklüğü ve enflasyon oranındaki artış dolayısıyla işçilerle halkların alım gücü düşük.

Büyümenin Niteliği

47. Son Konferansımızdan bu yana birkaç ülke dışında, dünyada sanayi ve genel olarak ekonomide büyüme hızı yavaşlasa bile hemen her ülke büyüdü. Ancak sermaye ve emek gelirleri arasındaki farkla birlikte gelir dağılımı adaletsizliği de büyüdü. Dünyada, özellikle de bağımlı ülkelerde işçi ve emekçilerin önemli bir bölümü yoksulluk sınırının altında ya da az üstünde gelir elde edebilirken, düşük gelirli kesimleri açlıkla yüzleşiyor ve emeğiyle geçinenler giderek yoksullaşıyor. GSYH içinde ücretlerin payı düşüyor. Hele enflasyondan arındırıldığında, enflasyonun tırmanışa geçtiği 2021 Eylül’üne göre düşüş ciddi. Ve şüphesiz gerçek ücretler düşerken, aynı dönemde GSYH’da sermayenin payı büyüdü, tekellerin, örneğin bankaların kârları tavan yaptı.

Ne mutlak rakamlarla artmaya devam eden enflasyonun artış hızındaki yavaşlama, ne enerji, çeşitli hammadde ve ürün fiyatlarındaki düşüşler, ne de ekonomilerin büyümesi işçi ve emekçilerin yaşam koşullarını iyileştirdi.

İngiltere’de gerçek ücretler, 2022 sonunda, son 20 yılın en düşük noktasına geriledi ve Ulusal İstatistik Ofisi (ONS) rakamlarıyla sadece bu yılın son çeyreğinde 2.6% azaldı. Sendika Konfederasyonu TUC, gerçek ücretlerdeki gerilemenin 1977’den bu yana görülen en sert, 1945 sonraki en kötü ikinci düşüş, son iki yüzyılın ise en uzun süren ücret sıkışıklığı olduğunu açıkladı. TUC rakamları, 2022’de kamu sektöründe kilit işletmelerde çalışanların reel ücretlerinin ayda £180 düştüğünü ortaya koyuyor. Örneğin hemşireler reel olarak, 2010’a göre yılda £5000 daha az kazanıyor.

Federal İstatistik Ofisi’ne göre, Almanya’da gerçek ücretler 2022 yılının Aralık ayında bir önceki yılın aynı ayına göre 3.7% azaldı.

Statista’nın OECD’ye dayandırdığı rakamlarla, başlıca gelişmiş ülkelerde 2022’nin 3. çeyreğinde, 2021’in aynı çeyreğine göre reel ücretlerdeki gerilemeler şöyle: Fransa 0.8%, Japonya 1.5%, ABD 2.2%, İngiltere 2.7%, Almanya 4.3%, İspanya 5.4%.

48. Gerçek ücretlerin düştüğü bu ülkelerde tekellerin net kârlarındaki yükseliş ise ciddi. Özellikle elektrik ve doğalgaz faturaları kabarır ve halklar ısınma zorluğuyla yüzleşirken, aynı süreçte enerji şirketlerinin milyarlarca dolarlık fahiş kârlar elde ettikleri biliniyor. Statista’ya göre, 2022’de kârları –milyar dolar olarak– tavan yapan tekeller arasında başı enerji (Suudi Aramco 303, Exxon Mobil 70.6, Shell 64.6, Petrobras 53.5, Pampa Energia 52.8, Chevron 47.4, Total Energies 45.5) ve yüksek teknoloji tekelleriyle (Apple 122, Microsoft 84.8, Alphabet 79) bankalar (dördü Çin bankası olan ICBC 65, China Construction Bank 57, JP Morgan Chase 45.6, Agricultural Bank of China 45.2, Bank of China 43.1) çekiyor. 2023’ün ilk çeyreğinde ise tekeller, yıllık olarak net kârlarını, tüketim maddeleri üreten sektörlerde 47.8%, genel olarak sanayi sektöründe 18.5, enerji sektöründe 12%, finans ve bankacılıkta 5.3% artırdı.[8]

49. Gıda başta olmak üzere temel tüketim malları pahalanırken gerçek ücretlerin düşüşü, büyük çoğunluğu kadın olan hemşire ve ebelerin gelir kayıplarına ilişkin İngiltere rakamlarının da gösterdiği gibi, en başta kadınları ve özellikle yalnız annelerle çocuklar ve gençleri vuruyor. Okullarda özellikle gelir düzeyleri düşük ailelerin çocuklarına verilen yemekler giderek sorun olurken, pek çok gelişmiş ülkede bile kesintiler nedeniyle çok sayıda gençlik merkezi kapandı. Artan ise uyuşturucu kullanımı oluyor. Çoğalan sıkıntıların baskısını aile içinde en çok hissederek önlem almaya öncelikle uğraşan da yine kadın.

50. İşçi sınıfı ve halkların çalışma ve yaşam koşullarını sadece enflasyon ve hayat pahalılığı türünden ekonomik etkenler çekilmez hale getirmiyor. Ozon tabakasının delinmesi, buzulların erimesi, deprem, seller, kuraklık, orman yangınları, toprağın azalan verimliliği, fırtına, kasırga ve hortumlar türünden güçlenip çoğalan ve en başta emekçilerin doğal çevre koşullarını giderek daha ileriden tahrip eden etkenler de tahammül sınırlarını zorlamaya başladı.

Kâr hırsıyla doğal kaynakların yağmalanması, aynı nedenle sanayi tesislerinin zehirli gazlar kusması, atıklarıyla denizlerle nehirleri kirletmesi, barajlar ve madenciliğin kuraklığı tetiklemesi, Amazonlarda olduğu gibi ormansızlaştırma vb. kapitalist devletlerle tekellerin doğayı tahrip etmesinin görüngüleridir. Sermaye birikimi ve kapitalizmin gelişmesi emeğin yabancılaşmasıyla doğanın tahribine dayalıdır.

Halkların baskısıyla kapitalist devletler, yıllık toplantılarla sözde çevrenin korunmasına yönelik önlemler almak ve gezegenin ısı artışını frenlemek üzere ülkelerin doğayı kirletmesinin “kabul edilebilir” sınırlarını kararlaştırmak zorunda kaldı. ABD gibi ülkeler bu sınırları tanımadığı gibi, ülkelerin “doğayı kirletme hakları” alınır-satılır bir meta haline geldi. Ve doğanın tahribi doğrudan sermaye birikimi ve kapitalistlerin kâr hırsının sonucu değilmiş gibi, kapitalist devletlerle DB türünden uluslararası kapitalist kuruluşlar son yıllarda icat ettikleri “yeşil enerji” ve “yeşil kapitalizmi” çözüm olarak ileri sürüyorlar.

Örneğin lityum iyon piller kullanan elektrikli araçlar üreten sanayi ekolojik açıdan alternatif olarak sunuluyor. Oysa, öncelikle lityumun topraktan çıkarılması devasa miktarda su gereksiniyor. Bir ton lityum üretmek için bir milyon litre suya ihtiyaç var. Lityum üretilen örneğin Arjantin’in Jujuy bölgesi yılda sadece 100 milimetre yağış alıyor ve yoğun tatlı su kullanımı yerel topluluklar ve küçük ölçekli tarım üreticilerini göçe zorluyor.

Yenilenebilir enerjiye karşı değiliz; ancak yerli halkın mülksüzleştirilmesi, toprak ve sularının kirletilmesine neden olan “yeşil kapitalizm” vaadi acımasız bir maskaralıktır. Doğanın tahribinin sorumlusu olan kapitalist sisteme doğrudan meydan okumadan çevreyi korumak olanaksızdır.

51. Kapitalizmin doğaya yönelik tahribatı her yıl 20 milyon insanı yurdundan eden önemli bir göç nedeni, ancak tek neden değil. Kapitalist emperyalistlerin Irak ve Afganistan’da olduğu gibi doğrudan saldırılarıyla kışkırttıkları bölgesel savaşlar da göçün temel bir nedeni. Yine nedeni kapitalizmin dengesiz gelişmesi olan sektörler, bölgeler ve ülkeler arasındaki uçurumlara varan farklılıklar ve çok sayıda bölge ve ülkenin geriliği ülke içi ve uluslararası göçleri koşulluyor. Nedeni ekonomik koşulların elverişsizliği olan iç ve dış göçler karşısında, göçün başlıca sorumlusu olan gelişmiş kapitalist emperyalist ülkeler zor kullanmaya varan önlemler alıyor. ABD, Meksika ve Latin ülkelerinden gelen göçü sınıra duvar örerek, AB ülkeleri, Avrasya’dan gelen göçü sınırlarını güçlendirip devriyelerini artırarak ve deniz yoluyla gelen tekneleri batırma ya da batanları kaderine terk etme yoluyla önlemeye çalışıyor. Göçmenlerin küçük paralar karşılığı üçüncü ülkelerde barındırılması ise bir diğer önlem. Yine de kapitalist emperyalistler, bir yandan da ucuz işgücü ihtiyaçlarını karşılamak üzere, özellikle vasıflı işgücü göçüne kapılarını açıyorlar. Önlemleri aşarak göçmen olarak bu ülkelere ulaşmanın bir yolunu bulan göçmen ve mülteciler de, yine kapitalistlerin ucuz işgücü ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Kayıt-dışı, sigortasız, sendikasız ve iş güvencesinden yoksun olarak, ücret pazarlığı olanağına sahip olmadan çalışma dayatmasıyla en kötü koşullarda çalışıyor ve yaşayabiliyorlar. Dünya nüfusunun 1/3’üne yakınını oluşturan göçmenlerin yarısına yakını da çocuk.

DOĞAL SONUÇ: EMEKÇİLERİN MÜCADELESİNDE YÜKSELİŞ

52. 2022 dünyada işçi sınıfı ve ezilen emekçi halkların hakları için ayağa kalktığı bir yıl oldu ve bu hareketlilik 2023’te sürüyor. Bu yıl onlarca ülkede sermaye ve hükümetleri hedef alan yüzlerce grev, gösteri, direniş ve protesto yaşandı. Büyük çoğunluğunun nedeni, kapitalizmin ağırlaşan olumsuz sonuçlarıyla yüzleşen emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının zorlaşması. Politik baskılarla düzene ve hükümetlere yönelik artan güvensizlik de emekçilerin hareketlenmesinin nedenleri arasında.

53. 2022’nin başında, Kazakistan’da yakıt fiyatları ikiye katlanınca petrol işçilerinin grevleriyle başlayan protestolar, diğer sektörlere ve tüm halka yayıldı. Süresiz mitingler başlarken, polisle çatışan göstericiler Almatı’da kent yönetim binası ele geçirdi. Yakıt ve temel gıda ürünlerine düzenleme getirildi, halka ateş açmayı reddeden askerlerin yerini alan özel kuvvetlerce çok sayıda kişi öldürüldü. OHAL ilan edildi, Rusya, Belerus ve Ermenistan “barış gücü” adı altında ülkeye asker gönderdi ve halkın Tokayev ve Nazarbayev dönemi tüm yetkililerinin istifasını, parti ve sendika kurma hakkının tanınması ve baskılar sona ermesini talep ettiği ayaklanma uzun sürmeden bastırıldı.

54. Mart sonunda elektrik kesintileri, akaryakıt ve temel gıda maddeleri fiyatlarının aşırı yükselmesi üzerine, Sri Lanka’da, “diktatör Gota” sloganlarıyla başkanlık sarayı etrafında toplanan halk hükümeti istifa ettirdi. Süreklilik kazanarak ayaklanmaya dönüşen gösteriler sonunda devlet başkanı da ülkeden kaçtı. Ülkede şimdi eski başkanın başkan vekili atadığı başbakanı başkan.

55. Akaryakıt ve gıda maddeleri fiyatları yükselince Haziran’da Ekvator’da başlayan halkın gösterileri ve yerlilerin başkente inmesi karşısında OHAL ilan edildi. Lasso gösterileri “hükümete karşı darbe girişimi” olarak nitelerken, eğitime ayrılan bütçenin artırılması, akaryakıt fiyatlarının düşürülmesi ve gıda ürünleri fiyatlarının kontrol altına alınması talepleriyle 18 gün süren 7 kişinin öldüğü gösteriler, hükümetle göstericilerin temsilcilerin görüşerek benzin fiyatlarında 5%’lik indirim ve diğer hizmetlerin iyileştirilmesi sözü verilmesiyle sona erdi.

56. 2022 Nisan başında seçimleri kazanan ve yeni kabineyi açıklamasının ardından ülkede OHAL ilan eden Orban, AB’nin desteğini kestiği, enflasyonun ve faiz oranlarının yükseldiği ülkede Temmuz’da vergileri de artırınca Macaristan’da gösteriler başladı. Başkentin ana meydanı göstericilerin işgalinde kalırken akşama doğru halkın yürüyüşe geçtiği başbakanlık polisçe korundu.

57. Fransız emperyalizminin işbirlikçisi askeri şefler 2022 Ocak’ta darbeyle Burkina Faso’da iktidarı ele geçirdi. Askeri klik yolsuzlukları sürdürdü, ekonomik koşullar daha da kötüleşti ve ülkenin yarısını kontrol eden şeriatçı çetelerin saldırılarıyla halkın güvenliği sorunu derinleşti. 29 ve 30 Eylül’deki kitlesel gösterilerin ikinci günü bir başka askeri klik, yeni bir darbeyle rejimi kurtarmaya yöneldi. Gösteriler 1 Ekim’de de devam ederken kardeş partimiz eskileriyle aynı kalıptan çıkan yeni darbeciler hakkında herhangi bir yanılsamaya kapılmaması için halka çağrı yaptı.

58. Bir diğer peş peşe gelen darbe ve askeri şefler arasında hesaplaşma Sudan’da yaşanıyor. El Beşir’e yönelik halk ayaklanmasının önünü alan darbe, 2021 Ekim’deki ikinci darbeyle iktidarını sağlamlaştırmıştı. 2023 Nisan’ında ise, darbelerin başındaki ordu şefi Burhan’la el Beşir’in milis örgütü olarak kurulan Hızlı Destek Güçleri’nin komutanı Hamideti arasında iktidarı ve Sudan’ın gelir kaynaklarını paylaşamadıkları için başlayan silahlı hesaplaşma ülkeye yayıldı. Örgütlü halk güçleri, Sudan’da da, çatışan iki gerici taraftan birini desteklememe çağrısı yaptı.

59. 2022’de ciddi gıda sıkıntısı yaşayan Peru, bir başka darbenin gerçekleştiği ülke. 2021’de başkan seçilen Castillo, 7 Aralık’ta parlamentoyu feshederek “olağanüstü acil durum hükümeti kurdu” ve olağanüstü hal ilan etti. Ancak yardımcısı ve birçok bakanı istifa ederken, ordu ve polis ortak bildiri yayınlayarak anayasayı savunduklarını açıkladı. Anayasa Mahkemesi ile el ele veren parlamento ise gerçek bir darbe yaptı ve Castillo’yu görevden alarak tutuklattı, yerine yardımcısı Boluarte’yi getirdi. Halk güçlerinin yerli ve emperyalist tekellerin soygununa ve Amerikan destekli oligarşinin gerçekleştirdiği darbeye karşı çağrısıyla sokakları dolduran halkın polisle çatıştığı gösteriler karşısında OHAL ilan edildi.

60. Brezilya’da 2022 sonbaharında yapılan seçimlerin ikinci turunda, işçi sınıfı ve emekçi halkın sermaye ve faşizme karşı yükselen hareketine dayanarak yenilgiye uğratılan ülkede bir faşist diktatörlük kurma peşindeki Bolsonaro ABD’ye kaçtı.

61. İran’da 2022 Eylül’ünde başlayan halk hareketini kadınlara dayatılan başlarını örtme sorunu ve Mahsa Amini’nin gözaltında öldürülmesi tetikledi. Gösteriler, bütün eyaletlere yayılarak ayaklanmaya dönüştü. “Diktatöre ölüm!” sloganının öne çıktığı tepki; üniversite ve lise öğrenci ve öğretmenlerinin boykotlarını, fabrikalarında işçi konseyleri kuran işçilerin haftalar süren grevlerini kapsadı. Esnaf kepenk, kamyon şoförleri kontak kapattı. Konseyler üniversitelerde de ortaya çıktı. Halk hareketi, kapitalist ekonominin tıkanıklıklarıyla rejimin yoksulluğu ve sosyal uçurumu derinleştiren ekonomi politikaları ve zorbalığı, yüksek oranlı işsizlik, artan gıda fiyatları, neoliberal reformlar ve doruğa çıkan yolsuzluklara yönelik tepkiler üzerinde yükseldi. İran rejimi, “olayların”, “ABD ve Siyonizmin finanse ettiği hainler tarafından kışkırtıldığını”, Şah taraftarlarınca yönlendirildiğini ileri sürdü. Fazla gecikmeden tutuklamalar, göstericilere yönelik ateş açmalar ve idamlarla saldırıya geçti.

62. Hindistan’da, çalışma saatlerini, iş güvenliğini, asgari ücretleri vb. düzenleyen yasalarda kapitalistler lehine yapılmaya çalışılan değişikliklere karşı 28-29 Mart 2022’de 200 milyon işçi, iki günlük protesto grevine çıktı.

Birçok eyalet hükümeti, işgününü uzatarak, iş yasalarını değiştirmeye çalıştı ya da askıya alırken bazı eyalet hükümetleri, işçilerin yaygın protestoları sonucu bu değişiklikleri durdurmak zorunda kaldı.

Büyük çoğunluğu sosyal güvencesiz çalışan ve keyfi işten çıkarılan işçilerin genellikle baş vurdukları, uyarı grevleri, kuzey doğulu işçilerin yaptıkları gibi organize göç ya da Bengaluru’daki kadın hazır giyim sanayi işçilerinin yaptıkları gibi açık isyan oldu. Kamu kreşlerinde çalışan kadın işçiler ve sosyal güvencesiz kadın kamu sağlık emekçileri ise örgütlüler ve başarılı grev ve eylemler yaptılar.

Temel Bir Değişken: Metropollerde Yükselen İşçi Hareketi

63. Enflasyonun yanı sıra barınma, ısınma, ulaşım giderleriyle enerji ve temel tüketim maddeleri fiyatları artarken gerçek ücretlerin düşmesi, uzun yıllar greve ve sokağa çıkmamış olanları da kapsayarak, metropollerde işçi sınıfını hareketlendirdi. Kamu ve özel işyerlerinde işçilerin örgütlenme ve mücadele eğilimi gelişti ve tüm ülkelerde, daha yüksek ücret ve daha iyi çalışma koşulları talepleri yükselmeye başladı. İşçi ve emekçiler taleplerini patronlara giderek daha da çok eylemlerle, grevler ve gösterilerle kabul ettirmeye yöneldi. Bu, farklı düzeyleri ve ritmi olan bir eğilim, ancak tüm ülkeler açısından geçerli. Sınıf mücadelesi ve birlikte mücadele ettiklerinde işçilerin gücü ve işçi sınıfının önemi kendini giderek daha fazla dayattı.

64. Almanya’da birçok sektörde somut taleplerle ve eskisinden daha ileri giden, eylem ve grevler gelişti. İşçiler arasında kazanmak için daha fazla kararlılık ve mücadeleye katılanlara genel bir destek duygusu vardı: sağlık, eğitim, toplu taşıma işçileri bunu deneyimleyebildi ve ne hükümet ne de patronlar diğer sektörleri grevcilere karşı çıkaramadı. Reformist sendika liderleri bu durumu dikkate almak zorunda kaldı. Daha radikal bir demagojiye ve hatta grevleri uzatmaya zorlandı.

Patronlar, sendika liderleri ve koalisyon hükümeti, resmi enflasyonun altında bir ücret artışıyla grevleri durdurmak için bir uzlaşmaya vardı. Ancak mücadelede birleşen işçiler güçlerine daha fazla güven duymaya başladı. Bunu başka mücadeleler izleyecektir.

65. İngiltere’de 30 yıllık aranın ardından, 2022 yazı başında demiryolu greviyle başlayan grevler, işçi hareketinde yeni bir dönemi işaret edip çok sayıda işkolunu kapsayarak, Liverpool dok, Dover liman işçileri ve stajyer doktorlarınki gibi uzun süreli olanların yanında esas olarak ayda birkaç kez tekrarlanan bir ya da ikişer günlük “uyarı grevleri” niteliğiyle yıl boyunca devam etti. 2023’te yine kısa süreli grevlerin birkaçının zamandaş kılınarak etkisinin artırılması sağlanarak, sürdü. Ücretlerin yükseltilmesi, iş yoğunluğunun azaltılması ve kontrat yenilemesine son verilmesi grevci işçilerin temel talepleri. Hükümet “enflasyonu azdıracağı” gerekçesiyle kamu işçilerinin taleplerini karşılamaya yanaşmadı, özel sektöre de yüksek ücret artışlarını kabul etmemesi yönünde baskı yapt. Ancak işçilerin tepkisi, sağlık işçilerinin, sendikanın uzun süren grevin ardından uzlaşarak imzaladığı düşük ücret artışı anlaşmasını onaylamayarak greve devam etmesi örneğinde olduğu gibi, sürdü.

Haziran-Aralık 2022 döneminde grevde işgünü kaybı toplamı 2 milyon 472 bin günle 1989’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaştı. İşgünü kayıplarının yüzde 79’u ulaşım, depolama, bilgi ve iletişim sektörlerinde.

66. İtalya’da büyük sermayenin hizmetindeki aşırı sağcı hükümet, işçi sınıfına, yoksullara ve göçmenlere karşı acımasız bir saldırı başlattı. İşgücü piyasası daha da liberalleştirildi ve güvencesizleştirildi, sosyal yardımlar durduruldu, asgari ücret gündemden çıkarıldı, göçmenler için özel koruma kaldırıldı.

Bu koşullarda daha iyi çalışma koşulları, ücretlerin yükseltilmesi ve işten çıkarmaların durdurulması için mücadele gelişiyor: Stellantis ve Arcelor Mittal fabrikalarında, lojistik, ulaşım, sağlık ve bakım sektörlerinde, GKN işçi kolektifinin yürüttüğü mücadeleler örnektir.

67. Norveç’te burjuvazi ve büyük tekeller, özellikle yüksek gaz fiyatları nedeniyle “savaş vurguncusu” konumunda. Buna rağmen işçilerin gerçek gelirleri son üç yılda azaldı. Özel sektörde 25.000 işçinin katıldığı dört günlük eylemin ardından, Nisan ayında sendika konfederasyonunun reformist liderliği, sadece bir azınlık için enflasyonu telafi eden bir ücret uzlaşmasını müzakere etti. Bununla birlikte, işçiler yaşam ve çalışma koşullarına yönelik saldırıları püskürtme güç ve yeteneklerini tecrübe ettiler.

68. İspanya’da enflasyon %7.5, işsizlik %13.1, genç nüfusta işsizlik oranı %29.26 ve halkın %28’i yoksulluk sınırında yaşıyor. Kamu sağlık sistemini destekleme amacıyla yerel inisiyatifler tarafından yüz binlerce kişinin katıldığı iki büyük gösteri düzenlendi. Sendikalarla çok az ilişkili olan işçi kesimleri (temizlik, pansiyonlar… ) mücadeleye atıldı ve mücadelelerini koordine etmeye çalıştı. Kamu sektörünün özelleştirilmesi planına karşı muhalefetin örgütlenme ihtiyacı gündemde. Son yerel ve genel seçimlerle birlikte siyasi panorama istikrarsızlaştı.

69. Büyük tekellerin kârlarının yüksek olduğu Danimarka’da, ulusal toplu sözleşme görüşmelerinde işçilerin bu kez gerçek bir ücret artışı beklentisi yüksekti. Ancak, sendika liderleri patronlarla çok az bir gerçek artışta anlaştı ve sınıfın kolektif mücadele gücünü göz ardı ederek daha fazlasını elde etmeyi yerel müzakerelere bıraktı. Patronlar reddettikçe, bazı işçiler daha yüksek ücretler için mücadeleyi kendi ellerine almaya başladı. Özellikle göçmen işçilerin aşırı sömürüldüğü “sosyal damping” sorunu, işçilerin mücadele ettikleri ve işçiler arası dayanışmayı güçlendirdikleri önemli bir konu. Hükümet, savaş bütçesini finanse etmek için bir tatil gününü iş gününe dönüştürme kararı aldı ve bu büyük bir gösteri ve protestoya neden oldu.

70. Türkiye’de cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri politik duruma damgasını vurdu. Bu dönem, aynı zamanda 2023’ün ilk dört ayında %100’e ulaşan yüksek enflasyon, gerçek ücretlerin düşüşü ve siyasi yasakların yanı sıra deprem gibi işçilerin ve halkın karşı karşıya olduğu tüm büyük sorunların ağırlığı altında yaşandı. Nüfusunun yüzde 60,4’ünün açlık, yüzde 87’sinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı, Merkez Bankası varlıklarının eksi rakamlara düştüğü, hükümetin izleyeceği sıkı para politikasının işsizliği patlatmasının kaçınılmaz olduğu Türkiye’de, iktidar partisinin kazandığı ve yasaklarla saldırganlığını arttırdığı seçimlerden sonra benzer sorunlar gündemde. Ülkede olağan siyasi koşullar bulunmuyor, bir yandan faşist bir diktatörlük inşası yönünde adımlar atılıyor, diğer yandan ise henüz birleşip merkezileşme eğilimi göstermese bile hükümet kuvvetlerinin müdahale ettiği sert geçen fiili işçi grev ve direnişleri yayılıyor.

71. Fransa: “64 yıla hayır”

Emeklilik sistemi “reformu”na karşı Ocak 2023’te başlayan güçlü gösteri (1 Mayıs dahil 13 gösteri) ve grev hareketi milyonlarca işçiyi, genci, kadını harekete geçirdi. Hareket somut bir talep etrafında birleşti: “64’e hayır”, ana sendikalar, gençlik örgütlerinin geniş bir koalisyonu, çok çeşitli dernekler ve sol siyasi partilerce desteklendi. Bu hareket, aynı zamanda, işçi ve halk karşıtı “reformlara” karşı önceki hareketlerin bir devamı ve 2019’da başlayan daha yüksek ücretler için grev dalgası bağlamında gerçekleşti. Bu karşı reform, “çok fazla, çok fazla”, “bu sefer hayır” duygularına yol açtı. “Sömürüye hayır, mezara kadar çalışmaya hayır”.

Bu hareketin, bir araya getirildiğinde, “vazgeçmiyoruz” sloganıyla ifadesini bulan gücünü, kararlılığını belirten pek çok yönü var. Bu mücadelenin ön safında, tüm kentlerde, ülkenin dört bir yanındaki üretim merkezlerinde harekete katılan işçi sınıfı var… İşçilerin ve kitlelerin geniş kesimlerini kendine çekti ve hükümetin dayatmasına karşın, işçilerin %90’ı bu reforma karşı. Çoğu kitleler tarafından tamamen bilinmeyen anayasanın tüm hileleri, provokasyonlar ve polis baskısı kullanılarak bu reformun dayatılma biçimi, işçilerin ve gençlerin kararlılığını arttırdı…

Önemli sektörlerde sürekli grevler olsa bile hareket ekonomiyi bloke etmedi. Oysa, ekonominin bloke edilmesi, hükümetin geri adım atmasını sağlamak için gerekli güç dengesinin önemli bir faktörü. Bu, bugün pek çok işçinin çıkardığı bir ders.

Genel duygu, işçi hareketinin gücünü ve somut talepler etrafında birleşme kapasitesini göstermiş olmasının verdiği mutluluk. Paylaşacak ve tartışacak pek çok ders var ve üstesinden gelinecek asıl engelin bütün bir sistem, kapitalist emperyalist sistem olduğu bilinci gelişiyor.

Bu hareket uluslararası alanda büyük bir sempatiyle izlendi. İşçileri, militanları harekete geçirdi ve onları sermaye ve sistemine karşı “evet, işçilerin mücadele etmesi, birleşmesi, inisiyatif alması mümkündür” fikriyle cesaretlendirdi.

72. Burjuvazi ve hükümetlerinin Pandemi politikasının işçileri ve halkı yoksullaştıran vahim sonuçları, yükselen enflasyon ve Ukrayna’daki savaşın muazzam maliyetleri, Avrupa’da işçi hareketinin farklı düzeylerde, ancak aynı yönde ve benzer taleplerle uyanmasına yol açıyor.

İşçiler ve halk, kapitalistler ve devletlerinin süren saldırıları karşısında bir dönüm noktasında. Mücadele içinde işçilerin bilinci gelişti ve özgüvenleri arttı.

Sermayenin artan saldırıları ve sistemin işçilerin ve halk kitlelerinin talepleriyle umutlarını karşılamada hızla büyüyen yetersizliği nedeniyle, mücadele, önümüzdeki dönemde daha da gelişip yoğunlaşması beklenmelidir.

Bilinci geliştirmek, reformist ve oportünistler tarafından teşvik edilen reformizmin etkisiyle mücadele etmek, yol göstermek, birliği güçlendirmek ve mücadeleyi tüm sermaye sistemine karşı yönlendirmek bizim yükümlülüğümüzdür.

73. ABD işçi sınıfı da birkaç yıldır hareketli ve bu giderek artıyor. ABD Çalışma Bakanlığı, 2022’de ABD’deki grevci işçi sayısını, önceki yıla göre 50% artışla 120 binden fazla olarak veriyor. “ilr.cornell.edu” adlı emek eylemlerini izleme/araştırma sitesinin 2022 Raporu ise, ABD’de 224 bin işçinin katıldığı 117 grev ve 4.447.588 grev günü bildiriyor. Buna göre, 2022’de, önceki yıla göre grev sayısı 52% ve grevci işçi sayısı 60% arttı. En çok grev (toplamın 1/3’inden çoğu) Starbucks gibi konaklama ve yiyecek hizmetleri sektöründe gerçekleşti. Grevcilerin çoğunluğu (60%’ı) eğitim sektöründe. Grevlerin önemli bir bölümü (32%’si) sendikasız işyerlerinde gerçekleşti. Grevci işçiler öncelikle ücret artışı talep ederken, diğer talepleri sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi, birkaç kişinin işinin bir kişiye yaptırılmasına son verilmesi olarak sıralandı.

2023’teki grevlerde ise, uzun süreli bir grev örgütleyen otomotiv sektörü işçileriyle eğitim işkolunda özellikle üniversiteler öne çıkıyor; UPS Kargo işçilerinden Hollywood yazar ve çalışanlarına, Caterpillar işçilerinden Starbucks çalışanlarına, taşıma ve maden işçilerinden eğitimcilere kadar farklı sektörlerde ya grev örgütleniyor ya da işçilerin grev eğilimi güçlü. Otomotiv sektörünün yanı sıra Ocak başıyla Nisan sonu arasında 138 işyerinde grev ve direniş türünden 99 işçi eylemi oldu. Bunlar Starbucks, hastaneler, medya, taşımacılık, üniversiteler ve hizmet sektörünün çeşitli kollarında gerçekleşti.

74. Çin’de resmi İşçi Sendikaları Federasyonu’nun dışında sendikal örgütlenme ve grev yasak. Buna rağmen zor koşullarda oluşturulan işçi komiteleri aracılığıyla grevler düzenlenmiyor değil. Son örnek, bu yıl 20 Nisan’da başlayarak bir hafta süren ülkenin en büyük gıda dağıtım platformlarından Meituan’da çalışan dağıtımcı kuryelerin kötüleşen çalışma koşulları ve düşük ücretlere karşı düzenlediği grevdi. Guangdong eyaletinin Shanwei ve birkaç kentinde daha yüzlerce kurye iş bıraktı.[9]

2022 Kasım’ındaki daha büyük ölçekli örnek ise, Apple’ın ana taşeronu Tayvan firması Foxconn’un Zhengzhou kentinde “Apple City” olarak tanımlanan üretim tesislerindeki direnişti. Kentteki işletmede 200 binden fazla işçi çalışıyor, günde yaklaşık 500 bin İPhone üretiliyor. Direnişten bir ay önce tesislerden £30.9 milyarlık ihracat gerçekleşti. Pandemi önlemlerine karşı gösterilerle birleşen işletmedeki direniş, eski covidli işçilerle aynı mekanda çalışmaya ve yatmaya zorlanan ve söz verilen ek ödemelerini alamayan yeni işçilerin polisle çatışmayı da kapsayan protestolarıyla başlayıp yayıldı. Direniş sırasında tesislerdeki üretim bantlarının 1/3’ü durdu. Çin yönetimi bunun üzerine emekli askeri personeli “üretime yardımcı olmaya” çağırmaktan kaçınmadı.

GÖREVLER

75. Dünyada belli başlı çelişkilerin keskinleşerek; emperyalistler arasındaki mücadelenin giderek sertleştiği, bağımlı ülkelerde emperyalizm ve işbirlikçilerinin saldırılarına karşı işçilerle halkların, gelişmiş kapitalist ülkelerdeyse burjuvaziye karşı işçi sınıfının mücadelesinin yükselmekte olduğu koşullarda komünistlerin görevleri tartışmaya yer bırakmayacak kadar net.

• Tek başına iktidarı almaya güç yetirebileceği ülkelerde doğrudan proletaryanın, diğerlerinde proletaryanın da içinde olduğu halkın demokratik diktatörlüğünü kurmayı hedefleyerek, bütün ülkelerde iktidar için politik mücadeleyi örgütlemek temel görevimizdir. Partilerimizin bugünden yarına iktidarı alacak durumda olmadıklarını, bunun için nesnel ve öznel koşulların yeterince olgun olmadığını şüphesiz biliyoruz; ancak önümüzde, koşulları olgunlaşmakta olan yeni bir devrimler döneminin olduğu da bir gerçek. Bütün görevlerimizi iktidarı mücadelesi perspektifiyle ele almalı, adımlarımızı buna uygun atmalıyız.

• Başta enflasyon ve hayat pahalılığının artması olmak üzere ekonomik alanda olup bitenler ve bunun karşısında kendiliğinden işçi ve halk hareketinin kabarma eğilimi göstermesi, özellikle ekonomik ajitasyon ve teşhir faaliyetimizi geliştirmemizi ertelenemez bir görev kılıyor. Bu görev yakıcı bir hal almıştır, ihmal edemeyiz ve ekonomik teşhiri uygun biçimde politik teşhirle birleştirmeyi başarmalıyız. Çarpıcı örneklerle sömürünün nedenlerini, kaynakların nereye akıtıldığını, yağma ve talanın iç yüzünü ve kapitalist hükümetlerin sömürünün örgütlenmesi ve devamı açısından üstlendiği rolü göstermemiz acil görevimizdir. İşçiler hoşnutsuz, başarılı ve ikna edici, profesyonelce yürütülecek ajitasyon ve teşhire açık. Bu görevimizi hakkıyla yerine getirebilirsek, işçi ve halk hareketinin yükselişine ve hedefini doğrultmasına katkıda bulunabileceğimiz gibi, işçi ve halk hareketinin gelişmesi sürecinde partilerimizi güçlendirip kitleselleşmesini sağlayabiliriz.

• İşçi emekçilerin bilincinin görece geri olduğu bir gerçek. Kendilerini kıskaca alan sorunlar hakkında bilgilenmeye olan ihtiyaçlarıysa giderek hızla büyüyor. Avrupa ve diğer ülkelerdeki hareketlenmeyle ilgili örnekler bu gerçeği işaret ediyor. Öte yandan faşist hareketler de güçleniyor ve taleplerini istismar ederek sömürülen kitleleri peşlerine takabildiklerine ilişkin tarihsel örnekleri biliyoruz. Bu boşluğun gerici, ırkçı ve faşist güçler ya da yatıştırıcı reformist ve revizyonistlerce doldurulmasına izin veremeyiz. Sınıfın acil talepleriyle sosyalizm propagandasını ustalıkla birleştirmeyi başarmak, devrimci işçi hareketinin kitleselleşmesinin başlıca ihtiyacıdır. Dolayısıyla yalnızca ajitasyon ve teşhir çalışmamızı değil, propaganda çalışmamızı da yükseltmenin tam zamanıdır. Üstelik bu çalışmamızın niteliğini de yükseltmeli ve propagandamızda yeni teknolojileri profesyonelce kullanmalıyız. Mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda çeşitli konularda somut ve ufuk açıcı propaganda broşürlerimizin sayısını artırmalı, bunları olanaklı tüm medya araçlarını kullanarak yaygınlaştırmalıyız.

Ajitasyon propaganda çalışmalarında sosyal medya gibi yeni araçları mutlaka kullanalım; ancak yeni araçları kullanmanın önemi, dağıtımlarında emekçilerle yüz yüze ilişki kurduğumuz gazete, bildiri, broşür gibi kullanageldiğimiz bilindik araçların önemsizleştiği anlamına gelmez, önemlerini bilerek bu araçları yaygın olarak kullanmayı aksatmamalı, ajitasyon ve propagandamızda uluslararası konferansımızı ve önemini mutlaka vurgulamalıyız.

• Gelişmeler, işçi ve emekçileri ikna edecek bir düzeye ilerlemeleri için kadrolarımızın eğitiminin yakıcı bir görev olduğuna işaret ediyor. Bunun için hızla özel eğitim çalışmaları örgütlemeliyiz. Ekonomi politik başta olmak üzere, devlet, savaş, dünya düzeni, ekolojik kriz, kimlik siyaseti, teknolojik yenilenmeler vb. konularda üyelerimizi ve çeperimizi hızla eğitmeli, diğer görevlerimizi başarıyla yürütebilmek açısından bu görevimizi kesinlikle ihmal etmemeliyiz.

• Proletaryanın üç başlıca mücadelesi durumundaki ekonomik, politik ve ideolojik/teorik mücadelesine mümkün en ileri ölçüde katkıda bulunmak partilerimizin temel yükümlülüğüdür. Grev ve gösterilere katılıp önünde yer almaya, sendika bürokrasisinin etkisini kırarak sendikal mücadeleyi ilerletmeye çalışmak ve sosyalizm ve anti emperyalist demokratik mücadeleyle, iktidar mücadelesiyle bağını kurmak durumundayız. Teorik/ideolojik mücadeleyi de yine en başta politik mücadelenin ihtiyaçlarını gözeterek üstlenmeli ve tüm çelişkilerin hızla keskinleşmekte olduğu dünyamızda mevcut yetersizlik ve sorunlarımıza çözümler geliştirerek, Konferansımızın ideolojik birliğini sağlamlaştırmalıyız. Üyelerimizle çeperimizin eğitimin yanı sıra sınıf işbirliğini savunarak işçi ve emekçilerin kafalarını karıştırmaya yönelen sosyal demokrasiyle, çeşitli türden reformist, revizyonist, oportünist, Troçkist teori ve görüşlerle olduğu kadar doğrudan burjuvazinin ileri sürdüğü ufuk daraltıcı bencillik, kariyer düşkünlüğü ve burjuvazi ve kapitalizm yandaşlığı ve düzen savunuculuğuyla mücadeleyi başarıyla yürütüp bu akımların maskesini düşürerek gerçek niteliklerin görülmesini sağlamak temel bir görevimizdir. Öğretilerini çarpıtarak değiştirmeye ve geçersizleştirmeye çalışan burjuvazi ve her türden sapkın akımla mücadele içinde savunarak Marksizm-Leninizmi ve partilerimizi güçlendirebiliriz.

• Kapitalist dünyadaki gelişmeler ve burjuvazinin işçi ve emekçilere dayattıkları iç açıcı olmadığı gibi, kitleler de durumlarından, çalışma ve yaşam koşullarından memnun değil. Nesnel koşullar onları kendilerine dayatılan yükler ve zorluklara karşı mücadele etmeye yöneltiyor. Kapitalizmin olumsuz sonuçlarıyla burjuva gericiliğin saldırıları karşısında tepkisiz kalmıyorlar, hatta belirli ülkelerde alt sınıflar arasında belirli arayışlar da söz konusu; ancak nesnel koşulların mücadeleye sevk ediciliğiyle zıtlık içinde yeterli bilinç ve örgütlülüğe sahip değiller. Yüz yüze oldukları sorunların nasıl aşılacağı, güncel ve gelecek kaygılarının nasıl giderilebileceği konusunda kafa karışıklığı içindeler, üstelik mücadele örgütlerinden yoksunlar. Öte yandan, günümüzdeki mücadelenin daha ileri mücadelelerin dayanağı olabilmesi, işçi ve emekçilerin eylemlerinin başarıyla ilerlemesi ve kazanımlar elde etmesi, sermayenin günümüzdeki pervasızlığı püskürtülerek emek ile sermaye arasında yeni bir güç ilişkisinin oluşmasıyla mümkün. Bu amaçla başta sendikalar olmak üzere geniş birlik ve ittifakların kurulması için çaba göstermeliyiz. Mevcut sendikal hareketlerin, işçilerin tabandan gelen baskısını hissetmemeleri ve dünyadaki gelişmeler karşısında önceki pozisyonlarında kalamayacaklarının farkında olmamaları mümkün değil. Ancak pozisyon değiştirme zorunluluğunu görmekle birlikte sınıf işbirlikçiliğini meslek edinmiş sendika bürokrasisi, işçilerin zorladığı değişim taleplerini önceleyen bir taktikle denetiminin dışında bir sendikal mücadele ve çizginin oluşmasını engelleme çabasında ve bu çabasını sürdürecektir. Sendika bürokrasisiyle mücadelemizi tatil edemeyiz, tersine eskisinden çok önem vermeli, ama biçimini yenilemeye de hazır olmalıyız. Sendikal ittifakları teşvik etmemizin bizi yeni risklerle yüzleştireceğini bilmeliyiz; ancak bunun yaratacağı yeni olanaklar hareketi ve bu hareket içinde partilerimizi ilerletici olacak.

• Bütün ülkelerde egemen gerici burjuvazinin politik yaşamı gericileştirmeye ve halklara faşizmi dayatmaya yönelik saldırılarına karşı mücadele giderek önem kazanıyor, iktidar mücadelesiyle bağını kurmamız gereken demokratik içerikli bu mücadele içinde saflarımızı sıkılaştırıp kitleselleşme olanağını değerlendirmeliyiz. Bu amaçla anti-emperyalist, anti-faşist güçlerle birlikte mücadele etmekten kaçınamayız, bu güçlerle doğru perspektifle ele alınıp gerçekleştirilecek güç birliği ve ittifaklar burjuvaziye, emperyalizme ve faşizme karşı mücadeleyi güçlendirecektir.

Faşizme karşı mücadele, reformizme ve “toplumsal ilerlemelere” bel bağlayan düzen içi politik yaklaşım ve tutumlarla mücadeleyi önemsizleştirmez. Tersine, restorasyonuyla sınırlandığı mevcut kapitalist düzeni korumayı esas alan politik eğilimler, uzlaşma aradıkları faşizmi de besleyip güçlendirir. İşçi ve halk hareketi, ancak reformizmle de başarıyla mücadele edilerek kitleselleşebilir.

• Burjuvazi ve emperyalizmin egemenliği koşullarında iktidar mücadelesini esas alan partilerimizin; ülkelerinde bağımsızlık, siyasal demokrasi ve sosyalizm ve işçilerle halkların acil talepleri için mücadelelerinde işçi sınıfının önderliğini garanti edecek siyasal ve örgütsel mücadele platformunun ana hatlarını belirlemeleri şarttır.

• Bağımlı ülkelerde başlıca görevimiz, halkın egemenliği için işçi sınıfını ve emekçi halkı örgütlemek ve iktidarı alabilecek gücü biriktirmektir. Bu hedefe ulaşabilmek için, burjuvazi ve emperyalizmin egemenliğini zayıflatmak ve alaşağı etme amacıyla işçi sınıfının ve sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin talepleri için mücadelelerini örgütlemeli ve yönetmeliyiz.

• Gelişmiş kapitalist ülkelerdeyse temel görev, işçi sınıfının emperyalist burjuvaziye karşı mücadelesinin yükseltilmesidir.

• Dünyada son yıllarda gerici burjuvazinin ekonomik ve politik saldırganlığının yükselişine paralel olarak sınıf mücadelesinin de yükselişe geçtiği bir gerçek. Giderek işçi sınıfı ve dolaysız sınıf mücadelesi daha çok öne çıkıyor. Bu kuşkusuz sınıf partileri açısından iyi bir gelişme ve hareketlenen işçi sınıfıyla birleşmeye ve mücadelelerine katılmaya önem vermek başlıca görevimizdir.

Ancak gerek işçi hareketinin hızlı bir yükseliş göstermesi, gerek Almanya örneğindeki türden çevreci Yeşil parti ve hareketlerin belirli kesimlerinin programlarının tam tersini savunarak uygulamaya yönelmeleri, gerekse belirli ulusal hareketlerin emperyalizmle birleşme eğilimi göstermeleri, sınıf mücadelesinin görünümleri durumundaki bir dizi kimlik, çevre, barış vb. hareket ve mücadelelerinin artık önemsizleştiği ve bunlara sırtımızı dönmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Hala proletaryanın dışındaki sınıf ve tabakaların ulusal hak eşitliği talep eden ulusal hareketleri, kapitalizmin kâr hırsıyla tahrip etmekte olduğu çevrenin korunup savunulmasını hedef alan hareketler ve emperyalistler arası mücadelenin yol açtığı savaşların önlenmesini talep eden barış hareketleri vb. gündemde olduğu kadar kaçınılmaz da. Bunlar, dolaysız biçimde emperyalist kapitalizmin olumsuz sonuçlarıyla ilişkili olarak gelişiyor ve gerçekte sınıf mücadelesinin değişik görünümleri. Örneğin bir kimlik hareketi olarak kadın hareketi, şüphesiz yalnızca erkek egemenliği kaynaklı baskı karşısında değil, kapitalizm-öncesi ve kapitalist ayrımcılık ve hak eşitsizliği karşısında gelişiyor. Aynı şekilde, gençliğin geleceğini gasp eden de kapitalizm ve gençlik hareketi kapitalizmin sömürü ve zorbalığıyla doğrudan ilişkili. Yerli hareketiyle son on yılların giderek daha çok önem kazanan göçmen hareketi de kuşkusuz kapitalizm ve sonuçlarıyla doğrudan ilgili ve hem kapitalizme karşı mücadelenin bir görünümü hem de bu mücadeleyle birleşerek ilerleyebilir. Sınıf mücadelesinin ve gelişmekte olan işçi hareketinin alternatifi saymadan ve bu tür yaklaşımlarla mücadele ederek, kimlik, çevre, barış vb. içerikli hareketlerin içinde ve önünde yer almak görevimizdir.

• Bir emperyaliste dayanarak diğeriyle mücadele edilemez. Ekonomik, mali, siyasal, kültürel… her alanda emperyalizme karşı mücadele etmek, gezegenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının emperyalistlerce yağmalanmasına ve zorbalığa karşı çıkmak temel bir görevimiz. Herhangi bir emperyaliste olumluluklar yakıştırmadan bu görevi sırtlanacağız.

• Savaş etkenlerinin ciddi bir yükseliş içinde olduğu koşullarda barış mücadelesinin öneminin arttığı ortada. Ukrayna Savaşı nedeniyle özellikle Avrupa’da güncel hale gelen barış mücadelesi oldukça zayıf, çeşitli etkilere açık olması dolayısıyla ciddi çelişkilere düştü, kafa karışıklığı yaşadı ve yönünü şaşırdı. Zayıflığı ve kafa karışıklığının bir nedeni işçi sınıfının ve partilerimizin örgütlü olarak bu harekete katılımımızın zayıflığı. Bir nedeni Amerikalı, Avrupalı emperyalistler ve müttefiklerinin kendi saldırganlıklarını örten propagandaları, bir diğeriyse yalnızca ABD ve NATO’yu saldırgan sayan revizyonistlerle bu saldırganlık karşısında dayanacak güç arayarak, “halkların dostu” maskesi takan Rusya ve Çin emperyalizmini olumlayan oportünistlerin etkisi. Barış mücadelesi bir “Amerikan barışı”nı ya da yalnızca ABD ve müttefikleriyle NATO’yu hedef alan türden bir “barış”ı değil, tüm emperyalistleri ve aralarındaki çekişmeyle birlikte emperyalizmi hedef aldığında adına layık olabilir. Ancak bunu söylemekle yetinemeyiz; barış hareketinde güçlü şekilde yer almalı ve yönünü doğru tayin etmesi için üzerimize düşen rolü oynamalıyız. “Ya devrim savaşı önleyecek ya savaş devrime yol açacaktır” –stratejik sloganımız budur.

Giderek silah şakırtılarının arttığı ve istisnasız tüm emperyalistlerle burjuva gericiliklerinin dişlerinden tırnaklarına kadar silahlandıkları günümüz dünyasında ne Rus ve Çin emperyalizmini şirinleştirmeye ne de barışçıl hayallere yer var! En son Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan iki atom bombası ve Japonya’nın teslim olmasıyla sonuçlanan II. Dünya Savaşının bittiği tarihten başlayarak yeni bir dünya savaşı gündemdedir. Kruşçev’in atom silahlarıyla oluşan “güç dengesi”nin savaş ihtimalini önlediği şeklindeki revizyonist düşüncesi de, en son Fukuyama’nın “tarihin sonu” görüşünden türetilen ve “küreselleşme” savunucularının “barış ve refah çağı”na ulaşıldığı/ulaşılacağı içerikli iddialarına dayanan uluslararası burjuvazi ve emperyalizmin egemenliğindeki dünyada insanlığın savaşlardan kurtulduğu ya da kurtulabileceği düşüncesi de hem teori ve hem de sosyal pratikçe yalanlanan bir hayalciliktir.

Emperyalizm aşamasında etkisi artan kapitalizmin sektörler, bölgeler ve ülkeler düzeyinde eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasası ve dünyanın güç ilişkileri değişen çeşitli emperyalist odaklar tarafından yeniden paylaşılmasının güçten başka bir aracının olmaması, teorik olarak, yeni bir dünya savaşının kaçınılmazlığını işaret eder. Pratikte de emperyalistler arasında dünyanın paylaşılmasına yönelik mücadele sertleştiğine, bir türlü sonu gelmeyen küçük bölgesel savaşlar sürerken daha büyüklerinin patlak verdiğine, son örneklerden biri olan Ukrayna’da Rusya ile NATO’nun karşı karşıya geldiğine ve silahlanma yarışının şiddetlendiğine tanık oluyoruz. Dolayısıyla dünya halklarını yeni bir büyük savaşın alevleri içine çekecek bir üçüncü dünya savaşı ihtimali her geçen gün daha da büyüyüp ciddileşiyor. Hayallerle oyalanmadan savaşa karşı barış hareketinin geliştirilmesine omuz vermeli ve dünya halklarını yeni bir savaş tehlikesine karşı uyararak, eğer her şeye rağmen önlenemezse, yeni bir savaşı yeni devrimlerin mayasına dönüştürmeye hazırlanmalıyız.

• Tüm görevlerimizi, kendimizi ülkelerimizle sınırlanmadan ve enternasyonal görevlerimizi ihmal etmeden üstlenmek durumundayız. Ve bütün görevlerimizi yerine getirmeye çalışırken partilerimizi sağlamlaştırıp güçlendirmeyi, sınıf ve halk düşmanlarımıza karşı uluslararası birlik ve dayanışmanın daha ileri mevzilere taşınması ve Konferansımızın örgütlü olmadığı ülkelerde yeni kardeş örgütlerin ortaya çıkması için üzerimize düşenleri yapmalı, CIPOML’nin pozisyonunu her ülkede görünür kılmalı, Konferansımızın yayın organı Birlik ve Mücadele’yi olanaklı olan bütün ülkelerde dağıtmalıyız.

Aralık 2023


[1] Tarımsal üretim ve ticaretle ilgili veriler, ABD Tarım Bakanlığı Yabancı Tarımsal Servis’inden (United States Department of Agriculture) alınmadır. Bkz: https://apps.fas.usda.gov/psdonline/circulars/grain.pdf

[2] https://tradingeconomics.com/country-list/government-debt-to-gdp

[3] https://www.iif.com/Products/Global-Debt-Monitor

[4] https://www.global-rates.com/en/interest-rates/central-banks/

[5] Enflasyon ve fiyat artışlarına ilişkin rakamlar “Trading Economics”ten alınmıştır: https://tradingeconomics.com/united-kingdom/indicators

[6] Trading Economics, Kaynak: FAO

[7] Bkz. Statista

[8] Kaynak: Factset

[9] bkz. twitter.com/@chuangcn

CIPOML üyeleri

Tunus Emekçileri Partisi (PTT)

1986 yılında Tunus İşçileri Komünist Partisi (Parti des Travailleurs de Tunisie - PTT) adıyla kurulan parti, 2011 yılında legal alanda faaliyete başladı. 2012 yılında adını...

Meksika Komünist Partisi (Marksist-Leninist)

Meksika Komünist Partisi (Marksist-Leninist) Meksika'daki proleter sınıfın öncü müfrezesidir. PC de M (m-l), Meksika'daki ve dünyadaki sınıf mücadelesinin mevcut durumu koşullarında Marksizm-Leninizmi korumak ve geliştirmek...

Kolombiya Komünist Partisi (Marksist-Leninist)

Kolombiya Komünist Partisi (Marksist–Leninist), 1965'te Kolombiya Komünist Partisinden ayrıldı. Parti ve silahlı ıkanadı kadrolarının çoğunluğu hükûmet tarafından yakalandığı 1990 yılında büyük bir darbe aldı. Bu grubun üyeleri kendilerini, Umut,...

Komünist Platform, İtalya

Komünist Platform (PC) Şubat 2008'de, İtalya'nın farklı şehirlerinde birkaç yıl önce birlikte çalışmaya başlayan komünist grupların birleşmesiyle kurulmuştur. PC, aynı dünya anlayışına sahip, komünizmin ilkelerini...

Fildişi Sahili Devrimci Komünist Partisi (PCR-CI)

Partinin web sitesi

İspanya Komünist Partisi ML

İspanya Komünist Partisi (Marksist-Leninist), 1964 yılında İspanya Komünist Partisi (PCE) içindeki bölünme sonucu kuruldu. İspanya Komünist Partisi ML, CIPOML üyesidir. Partinin web sitesi

İran Emek Partisi (Toufan)

İran Emek Partisi (Toufan), Toufan Marksist Leninist Örgütü'nde (PLI'nin Öncülü) toplanan Marksist-Leninistlerin yıllar süren yorulmak bilmez mücadelesinin bir sonucudur.Sovyet Komünist Partisi'nin revizyonizm bataklığına düşmesinin...

Devrimci Demokrasi Örgütü, Hindistan

Devrimci Demokrasi Örgütü, altı aylık teorik ve siyasi Devrimci Demokrasi dergisini yayımlamaktadır. Dergi, özellikle Rusya, Çin ve Hindistan'la ilgili olmak üzere komünist hareketin karşı...

Fransa İşçileri Komünist Partisi (PCOF)

Fransa İşçileri Komünist Partisi (PCOF), 18 Mart 1979 tarihinde Paris Komün Kongresi'nde doğdu. Partinin kuruluşu, Fransa Komünist Partisi'nin (PCF) tamamen yozlaşması ve yeni bir...

Emek Partisi (EMEP), Türkiye

1996 yılında kurulan Emek Partisi (EMEP), işçi sınıfının dünya görüşü olan bilimsel sosyalizmi kılavuz edinir; saflarının sağlamlığı, üyelerinin gönüllü ideolojik, siyasi ve örgütsel birliğine...

Ekvador Marksist-Leninist Komünist Partisi (PCMLE)

Ekvador Marksist-Leninist Komünist Partisi (PCMLE), 1 Ağustos 1964'te kuruldu, Kuruluş Kongresi, Guayas eyaletinin Pascuales kasabasında yapıldı. Partinin öncülleri, geçen yüzyılın ellili ve altmışlı yıllarının...

Yunanistan Komünist Partisi Yeniden İnşa Örgütü (Anasintaxi)

Anasintaxi 1996 yılında kurulmuştur. Yunanistan'daki komünistlerinin tek bir Marksist-Leninist-Stalinist partide birleşmesi için mücadele eden Yunanistan Komünist Partisi Yeniden İnşa Örgütü (Anasintaxi), CIPOML üyesidir. Web sitesi

Komünist Emek Partisi (PCT), Dominik Cumhuriyeti

Dominik Cumhuriyeti Komünist Emek Partisi (PCT), 1980 yılında Maoist Dominik Halk Hareketi'nden ayrılarak kuruldu. CIPOML üyesi olan PCT, Lucha dergisini yayımlamaktadır.

Demokratik Yol, Fas

1995 yılında kurulan Demokratik Yol, kendisini Fas Marksist-Leninist Hareketi'nin (MMLM) ve özellikle de onun ana bileşeni olan ve illegal olarak faaliyet gösteren Ila Al...

Venezuela Marksist Leninist Komünist Partisi (PCMLV)

Venezuela Marksist Leninist Komünist Partisi (PCMLV), 2009 yılında kuruldu. PCMLV, CIPOML üyesidir. Web sitesi

Danimarka Komünist İşçi Partisi

Danimarka Komünist İşçi Partisi (Danca Arbejderpartiet Kommunisterne, APK) 20-23 Nisan 2000 tarihlerinde Kopenhag'da düzenlenen Kuruluş Kongresi'nde kuruldu. APK Kurucu Kongresi, "Sosyalist Bir Danimarka İçin Manifesto"...

Devrimci Komünist Parti (PCR), Brezilya

Mayıs 1966'da Recife'de kurulan Devrimci Komünist Parti (PCR), Brezilya Komünist Partisi'nin (PCdoB) çizgisini eleştirerek ayrılan bir grup militan tarafından örgütlendi. PCR ilk andan itibaren...

Benin Komünist Partisi

Benin Komünist Partisi (PCB), 1977'de Dahomey Komünist Birliği tarafından kuruldu. Parti, ilk olarak Dahomey Komünist Partisi (Parti Communiste du Dahomey) adını aldı. Partinin ilk...

Peru Komünist Partisi (Marksist-Leninist)

Peru Komünist Partisi (Marksist-Leninist), Ocak 1964'te Peru Komünist Partisi'ndeki bölünmenin ardından kuruldu ve başlangıçta Peru Komünist Partisi - Kızıl Bayrak (Partido Comunista Peruano -...

Revolusjon, Norveç

Revolusjon (Devrim) başlangıçta, Norveç'te Marksist-Leninist bir Komünist Partinin yeniden kurulması için gerekli koşulların hazırlanmasına yardımcı olmak amacıyla bir dergi yayımlayan genişletilmiş bir yayın kuruluydu. Birkaç...

Almanya Komünist İşçi Partisi İnşa Örgütü

Almanya Komünist İşçi Partisi İnşa Örgütü (Arbeit Zukunft) web sitesi

Arnavutluk Komünist Partisi

Arnavutluk Komünist Partisi 1991 yılında kurulan Marksist-Leninist ve revizyonizm karşıtı komünist partidir. Arnavutluk Emek Partisi'nin 1991 yılında Arnavutluk Sosyalist Partisi'ne dönüşmesinden ve sosyal demokrasiyi...

Amerikan Emek Partisi (APL)

Amerikan Emek Partisi 2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki tek açık anti-revizyonist Marksist-Leninist parti olarak kuruldu. Amerikan Emek Partisi'nin Programı GirişAmerikan Emek Partisi, Amerika Birleşik Devletleri'nde, amacı,...

Emperyalizme karşı mücadele, devrim için mücadele

I 1.         1917'deki Rus Devrimi'nin zaferi, insanlığın tarihsel gelişiminde yeni bir çağ açtı: emperyalizm ve proleter devrimler çağı. Bu nitelemede iki temel unsur bulunmaktadır: biri,...

Filistin halkıyla dayanışma!

Filistin direnişinin farklı grupları tarafından 7 Ekim'de başlatılan El Aksa Tufanı operasyonunun ardından, Netanyahu faşist hükümetinin liderliğindeki Siyonist İsrail devleti, güçlü askeri kuvvetleriyle Gazze...

Tüm tekeller ve emperyalistler halkların düşmanıdır

Dünyanın dört bir yanında yaşanan kanlı çatışmalar emperyalizme karşı mücadele bayraklarını yükseltmenin önemi ve aciliyetini her gün yeniden vurguluyor. Bu mücadeleyi dünya işçi...